ArabicAzerbaijaniEnglishFrenchGermanRussianSpanishTurkish

Doktorun Özel Muayenehanesini Kapatmamasına Rağmen Kapattığını Söyleyerek Tam Zamanlı Çalışmaya Göre Döner Sermaye Alması - Tüzel Kişilerin Haksız Fiile Maruz Kalması Durumunda Zamanaşımı Başlangıç Tarihi

11-05-2021 - 461

Doktorun Özel Muayenehanesini Kapatmamasına Rağmen Kapattığını Söyleyerek Tam Zamanlı Çalışmaya Göre Döner Sermaye Alması - Tüzel Kişilerin Haksız Fiile Maruz Kalması Durumunda Zamanaşımı Başlangıç Tarihi


Bu kararı Favorilerinize Eklemek veya Kopyalayabilmek için giriş yapın veya üye olun
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
2017/1050
2020/696
2020-09-29





MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Küçükçekmece 4. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesinde yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

Davacı vekili 30.04.2013 havale tarihli dava dilekçesinde, İstanbul ili, Eyüp Devlet Hastanesinde görevli davalının özel muayenehanesini kapatıp tam zamanlı çalışmak istediğini bildirmesine rağmen muayenehanesini işletmeye devam ettiğini, bu süreçte tam zamanlı çalışma statüsü üzerinden döner sermaye ek ödemesi almak suretiyle kamu zararına sebep olduğunu ileri sürerek Şubat 2006-Aralık 2007 tarihleri arasında fazla ödenen 56.678,98TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı cevabı:

Davalı vekili 04.06.2013 havale tarihli cevap dilekçesinde, alacağın zamanaşımına uğradığını, iddiaların da yersiz olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararı:

Küçükçekmece 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.10.2013 tarihli ve 2013/197 E., 2013/569 K. sayılı kararı ile; davadaki talebin niteliği itibarı ile davalının emeği karşılığı elde ettiği ileri sürülen ücret benzeri dönemsel bir ödeme olduğu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 147/1. maddesine göre bu tür ödemelerin beş yıllık zamanaşımına tabi olduğu ve son döner sermaye ödenmesi tarihinin 2007 Aralık ayı olması nedeniyle zamanaşımının gerçekleştiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

Yerel Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 12.03.2015 tarihli 2014/10444 E., 2015/4072 K. sayılı kararı ile; “...Dava, yersiz ödemenin sebepsiz zenginleşme nedeniyle istirdadına ilişkindir.

818 sayılı BK 66.maddesinde; sebepsiz zenginleşme davasının, hak sahibinin geri isteme hakkı olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak 1 yılın geçmesi ile, 6098 sayılı TBK 82.maddesinde ise 2 yılın geçmesi ile zamanaşımına uğrayacağı düzenlenmiştir. 6098 sayılı TBK gibi 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6101 sayılı TBK Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 5/1.maddesinde; "TBK yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri eski kanun hükümlerine tabi olmaya devam eder "düzenlemesi yer almaktadır.

Somut olayda; yanılgılı hukuki nitelendirme yapılmak suretiyle, davadaki istemin sebepsiz zenginleşmeye dayalı olduğu göz ardı edilerek, davacı idarenin emir vermeye yetkili makamının “iş bu davanın açılması için verdiği olur tarihi” araştırılmadan davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Öyle ise mahkemece, bu ilkeler ışığında, davacı kamu hukuku tüzel kişisinde dava açma konusunda emir vermeye yetkili makamın ve bu makamın fiil ve zararı öğrenme tarihinin belirlenip, bu tarihten itibaren zamanaşımının dolup dolmadığının tespit edilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.” gerekçesiyle oy birliğiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

Küçükçekmece 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.02.2016 tarihli ve 2015/511 E., 2016/59 K. sayılı kararı ile; davacı Kurum ile davalı arasında bir hizmet akdinin mevcut olduğu, davalıya yapılan döner sermaye ödemelerinin taraflar arasındaki hizmet sözleşmesi nedeniyle yapıldığı, hukuka aykırı bir ödeme söz konusu ise bu durumun aynı zamanda taraflar arasındaki hizmet akdine de aykırılık teşkil edeceği, bu tür bir davanın 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 126/3. maddesi ve 6098 sayılı TBK’nın 147/1. maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tâbi olduğu, kamu kurumunun kurumsal yapısı itibari ile hesaplarını düzenli şekilde tutan ve dönemsel olarak denetleyen bir yapı olması nedeniyle dava açmaya yetkisi olan kişinin haberdar olmasından sonra zamanaşımı süresinin başlatılmasının devlet ciddiyeti ile bağdaşmayacağı, devletin bu konularla ilgili her türlü denetim mekanizmasını elinde bulunduran bir oluşum olması nedeniyle, oluştuğu anda zararı ve sorumlusunu bilecek, derhal hukuksal süreci başlatacak donanıma da sahip olduğu ya da en azından olması gerektiği, bu açıdan kamu kurumunu vatandaşından daha ayrıcalıklı bir konuma getirmenin doğru ve tutarlı bir davranış olmayacağı, hantal işleyişten vatandaşın ve somut olayda davalının sorumlu tutulmasının en azından hakkaniyet kurallarına uygun düşmediği gerekçesiyle direnme kararı vermiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;

a) Somut olayda davanın, BK’nın 66. maddesinde düzenlenen sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayalı bir yıllık zamanaşımı süresine mi, yoksa davalıya yapılan ödemenin, BK’nın 126/3. maddesi gereği, ücret gibi diğer dönemsel edimlerden olduğu kabul edilerek beş yıllık zamanaşımı süresine mi tabi olduğu,

b) Zamanaşımı süresinin başlangıç tarihini belirlemede, davacı idarenin emir vermeye yetkili makamının fiil ve zararı öğrenme tarihinin mi yoksa davalıya yapılan son ödeme tarihinin mi dikkate alınması gerektiği noktalarında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, taraflar arasında hizmet akdi bulunup bulunmadığı, devlet hastanesinde doktorluk yapan davalının memur mu işçi mi olduğu konusundaki araştırmanın yeterli olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve davalı tarafından karşı çıkılmayan davacı beyanı ile davalı hakkında 4483 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapıldığı gözetilerek taraflar arasında Borçlar Kanunu anlamında bir hizmet akdi bulunmadığının ve davalının memur olduğunun anlaşılmasına göre ön sorunun olmadığına oy çokluğu ile karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

IV. GEREKÇE

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.

Hemen belirtilmelidir ki, ilke olarak borçların kaynakları sorumluluk hukuku olarak da adlandırılan borçlar hukukunda düzenlenmiştir.

Dava konusu alacağın doğduğu tarihte yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı BK’da borcun kaynakları, “Borçların Teşekkülü” başlığı altında, sözleşmeden doğan borçlar (md. 1–40), haksız fiilden doğan borçlar (md. 41–60) olarak düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak haksız (sebepsiz) iktisaba (md. 61–66) yer verilmiştir.

Borcun kaynaklarından biri olarak öngörülen haksız iktisaptan (sebepsiz zenginleşmeden) söz edilebilmesi için, bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.

Dava konusu alacağın doğduğu tarihte yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı BK’da sebepsiz zenginleşme hükümleri “Haksız bir fiil ile mal iktisabından doğan borçlar” başlığı altında 61 - 66. maddeler arasında düzenlenmiştir.

BK’nın 61. maddesi;

“Haklı bir sebep olmaksızın aharın zararına mal iktisabeden kimse, onu iadeye mecburdur. Hususiyle muteber olmayan veya tahakkuk etmemiş bulunan bir sebebe yahut vücudu nihayet bulmuş olan bir sebebe müsteniden ahzolunan şeyin, iadesi lazımdır.”

Hükmünü haiz olup, zamanaşımını düzenleyen 66. maddesi;

“Haksız surette mal iktisabından dolayı ikame olunacak dava, mutazarrır olan tarafın verdiğini istirdada hakkı olduğuna ıttılaı tarihinden itibaren bir sene müruriyle ve her halde bu hakkın doğduğu tarihten itibaren on senenin müruriyle sakıt olur. Eğer mal iktisabı mutazarrır olan taraf aleyhinde bir borç teşkilinden ibaret ise, mutazarrırın hakkı müruru zaman ile sakıt olmuş olsa bile, bu borcu ifa etmez.” şeklindedir.

Madde metninden de anlaşılacağı üzere, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan ve tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir. Sebepsiz zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı geri verme borcu altındadır.

Yine aynı Kanun'un 66. maddesine göre; sebepsiz zenginleşmeden doğan istem hakkı, hak sahibinin geri isteme hakkı olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yılın ve her hâlde hakkın doğumundan başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren TBK’nın 82. maddesinde ise bu süreler iki ve on yıl olarak değiştirilmiştir.

Bir yıllık zaman aşımı süresi, hak sahibinin, mal varlığındaki eksilmeye yol açan işlemi ve sebepsiz zenginleşeni tam olarak öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Ondan önceki noksan bilgiler ve tahminler bu sürenin başlangıcına esas olamaz.

Zamanaşımı maddi hukuktan kaynaklanan bir defi ve savunma aracı olup, davalının zamanaşımı definde bulunmasıyla ilgili uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Sebepsiz zenginleşme hukuksal temeline dayalı bu tür davalarda öngörülen bir yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcı ise kamu kurum ve kuruluşları açısından, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.09.1987 tarihli ve 1987/9-68 E., 1987/618 K. sayılı kararında da vurgulandığı gibi, o kurum ve kuruluşların dava açma konusunda yetkili kılınan kişi veya organlarının verdiğini geri almaya (istirdada) hakkı olduğunu öğrendiği tarihtir. Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.11.2014 tarihli ve 2013/4-1227 E., 2014/906 K. sayılı kararlarında da yer verilmiştir.

Yapılan açıklamalar kapsamında, Özel Dairece de vurgu yapıldığı üzere, zamanaşımının başlangıç tarihini tayin hususunda dava açma konusunda emir vermeye yetkili makamın ve bu makamın fiil ve zararı öğrenme tarihinin tespiti, bu nedenle somut olayda davacı idarenin emir vermeye yetkili makamının “işbu davanın açılması için verdiği olur tarihi” nin belirlenmesi gerekmektedir. Dosya kapsamına göre, davacı idarenin fiili ve zararı en erken öğrenebileceği tarih ... Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığının “Tazmin Raporu”nun tarihidir. Söz konusu raporun düzenlendiği 26.06.2012 tarihi ile 30.04.2013 olan dava tarihine kadar bir yıllık zamanaşımı süresi geçmediğinden, bu hususta ayrıca Özel Daire bozmasında belirtilen araştırmaya gerek bulunmamaktadır.

O hâlde, mahkemece yapılacak iş, davalının zamanaşımı definin reddi ile davanın esasının incelenmesi suretiyle varılacak sonuca göre bir karar verilmesinden ibarettir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; zamanaşımının dolmadığı, buna göre işin esasına girilmesi gerekmekle birlikte davanın hukuki sebebinin sebepsiz zenginleşme değil, haksız fiil olduğu, kararın bu değişik gerekçe doğrultusunda bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Diğer taraftan, dava tarihi 30.04.2013 iken direnme kararında 07.12.2015 olarak yazılması mahallinde düzeltilebilir bir hata olarak kabul edilmiş, bozma nedeni yapılmamıştır.

Hâl böyle olunca direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.

V. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 29.09.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Bir davada talep edilen alacağın varlığını ve zamanaşımına uğrayıp uğramadığını belirleyebilmek için öncelikle alacağın hukuki sebebini belirlemek gerekir. Hâkim hukuku kendiliğinden uygulayacağından (HMK 33/1) hukuki sebebi belirlemek de hâkimin görevidir. Hâkim hukuki sebebi belirlerken tarafların davada dayandıkları vakıaları esas alacak ve bu belirlemeden sonra delilleri değerlendirerek bir sonuca varacaktır.

Borçlar Kanununa göre borcun kaynakları sözleşme, haksız fiil ve sebepsiz zenginleşmedir. Bunun dışında borcun kaynağı bir kanun hükmü de olabilir. Bu hükümler çok değişik Kanunlarda yer alabilmektedir. Borcun kaynağının bir Kanun hükmü olması, Borçlar Kanunu anlamında bir borç ilişkisi bulunmamasından değil çoğu kez özel bir sebepsiz zenginleşme hükmünün özel bir Kanunda düzenlenmiş olmasından doğmaktadır. Örneğin Kat Mülkiyeti Kanunundaki ortak giderlere katılma borcu Kanundan doğan bir borç olsa da bu hüküm bulunmamış olsa idi Borçlar Kanundaki sebepsiz zenginleşme veya vekâletsiz iş görme hükümlerine göre istenmesi mümkün olabilecek bir alacaktır. Borçlar Kanunu anlamında borç ilişkisi olmasına rağmen özel bir Kanunla düzenlenmesindeki amaç toplum hayatıyla ilgili kurallar getirilirken kişilerin hak ve yükümlülüklerinin daha net ve daha açık kurallarla düzenlenmesi ve toplum nizamının sağlanmasıdır.

“…Sebepsiz zenginleşme alacaklıya, ikinci derecede ( tali nitelikte ) bir dava hakkı temin eder. Malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez…” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.02.2010 T. 2010/13-93 E. 2010/88 K.)

Talep edilen alacak veya tazminat haksız fiilden kaynaklanıyorsa kusurlu bir hareketle veya kusursuz sorumluluğu gerektiren bir nedenle doğan zarara ilişkindir. Sözleşmeye dayanıyorsa bir irade açıklamasına dayalıdır. Her iki hâlde de bunun bir sebebe dayanmadığı ileri sürülemez. Sebepsiz zenginleşmede ise haksız iktisap, geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalıdır. Sözleşme ilişkisinin bulunduğu hâllerde bu zenginleşme irade açıklamasına, haksız fiilde ise sorumluluk gerektiren ve Kanunlarda haksız fiil olarak düzenlenen bir eyleme dayalı olduğundan zenginleşmenin sebepsiz olduğundan söz edilemez.

Sözleşmeden doğan borçlarda, borçlunun borcunu anlaşmaya uygun olarak yerine getirmesi gerekir. Borçlu anlaşmaya uygun hareket etmezse, alacaklı borca aykırılık hükümlerini işletir ve mümkün ise borcun aynen ifasını, değilse doğan zararının giderilmesini talep eder. Haksız fiilde de uğranılan zararların giderilmesi talep edilir. Sebepsiz zenginleşmede ise, sadece mal varlığındaki eksilmenin giderilmesinin talep edilmesi söz konusudur.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; Devlet Hastanesinde doktor olarak görevli olan davalının özel muayenehanesini kapatıp tam zamanlı çalışmak istediğini bildirmesine rağmen, muayenehanesini işletmeye devam ettiği ve bu süreçte tam zamanlı çalışma statüsü üzerinden döner sermaye ek ödemesi almak suretiyle kamu zararına sebep olduğu ileri sürülerek fazla ödenen miktarların tahsili istenmiştir.

Davalı ise belirtilen süreçte muayenehanenin kapatılmış olduğunu belirterek de davaya karşı çıkmakta ayrıca taraflar arasında hizmet ilişkisi bulunduğunu belirterek iş mahkemelerinin görevli olduğunu belirtmektedir

Bu durumda uyuşmazlık taraflar arasındaki hukuki ilişkinin ne olduğu ve davalının muayenehanesini kapattığını beyan ederek tam zamanlı çalışma esasına göre döner sermaye ödemesi aldığı dönemde muayenehanesini kapatıp kapatmadığı, kapatılmadığı hâlde kuruma kapattığı şeklinde yalan beyanda bulunarak haksız ödeme yapılmasına neden olunup olunmadığı noktalarında toplanmaktadır.

Davacı ile davalı arasında hizmet akdi bulunup bulunmadığı, davacının doktor olarak çalışmasının memur olarak mı işçi olarak mı gerçekleştiği konusunda araştırmanın eksik olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve davalı tarafından karşı çıkılmayan davacı beyanı ve davalı hakkında 4483 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapıldığı gözetilerek memur olduğunun anlaşılmasına göre bu yönden bir araştırmanın gerekmediği sonucuna varılarak ön sorun aşılmıştır.

Varılan bu sonuca göre davalının davacı kurumda memur olarak çalıştığı ve Borçlar Kanunu anlamında bir hizmet akdi ilişkisinin bulunmadığı belirlenmiş olduğundan talebe konu borcun kaynağının ve buna bağlı olarak hukuki sebebin ne olduğu buna göre değerlendirilmiştir.

Davacı memur olarak çalıştığından taraflar arasında özel hukuk ilişkisi olmayıp kamu hukuku ilişkisi vardır. Taraflar arasında Borçlar Kanunu anlamında bir sözleşme ilişkisi bulunmamaktadır. O nedenle talep edilen alacağın kaynağı sözleşme olmadığından Borçlar Kanunundaki sözleşmeye ilişkin hükümler ve sözleşme zamanaşımı somut olayda uygulanmaz.

Nitekim bu konu içtihatların birleştirilmesine konu olmuş ve 1941/3 E. 1943/23 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu kararında; Devlet ile memur arasındaki münasebetleri amme hukuku ve bu hukuk cümlesinden olarak kabul ve tedvin olunan kanunların tanzim ve idare edeceği, bu münasebetlerin özel hukuk alanında hususi akit ve mukaveleler icabına kıyas olunamayacağı ve onlara uydurulamayacağı, Borçlar Kanunu'nun 125 ve 126. maddelerinde yazılı olan zamanaşımı müddetlerinin özel hukuk alanına giren sözleşmelere mahsus ve münhasır olduğu Devletle memur arasındaki münasebeti düzenleyen kanunlarda memurların haksız fiilleri ile sebep oldukları zarar ve ziyan davaları için ayrı bir zamanaşımı müddeti kabul edilmiş olmadıkça bu kabil davaların zamanaşımında Borçlar Kanunu'nun 60. maddesinin umumi hükümlerinin tatbiki icap edeceği gerekçelerine yer verildikten sonra memurların cezayı müstelzim olsun olmasın mutlak surette haksız fiilleri ile devlete karşı sebep oldukları zararlara ait davaların zamanaşımında Borçlar Kanunu'nun 60. maddesi hükmünün uygulanması gerektiğine karar verilmiştir.

Borcun kaynaklarından olan sözleşme ilişkisi bulunmadığına göre sebepsiz zenginleşme ve haksız fiil hükümlerinden hangisinin uygulanacağına bakmak gerekir. Yukarıda da belirtildiği gibi malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemeyeceğinden haksız fiile dayalı bir talep hakkı bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekir.

Haksız fiil ve sebepsiz zenginleşmede zamanaşımı süreleri benzerdir. Ancak haksız fiilde ceza davası açılmamış olsa bile eylem suç teşkil ediyorsa uzamış ceza zamanaşımı süresi uygulanacağından yine de farklılık vardır.

Somut olayda zararın öğrenildiği rapor tarihinin üzerinden bir yıl geçmeden dava açılmış olup dava açma konusunda emir vermeye yetkili makamın ve bu makamın fiil ve zararı öğrenme tarihinin araştırılmasına gerek yoktur. Hem haksız fiile göre hem de sebepsiz zenginleşmeye göre zamanaşımı dolmadan dava açılmış olsa da zamanaşımı defi reddedilerek işin esasına girildiğinde doğru hukuki sebebe göre talep haklarının kapsamının saptanmasında önemli olacağından hukuki sebebin doğru belirlenmesi gerekir.

Davalının kuruma yalan beyanda bulunduğu iddia olunarak bu dava açılmıştır. Kurumu yanıltıcı yalan beyan iddiası memurun hileli davranışı ile bu ödemenin yapıldığı anlamındadır. Bu iddia kasıt niteliğindeki kusurlu davranış ile zarara uğranıldığı iddiasını içermektedir. Gerçekten bu şekilde bir kusurlu davranış ile bu zarar gerçekleşmiş ise haksız fiil hükümlerine göre bir değerlendirme gerekecektir. Bu haliyle açılan dava haksız fiile dayalı olup haksız fiil hükümlerine göre zamanaşımı süresinin belirlenmesi gerekir.

Memurun herhangi bir haksız fiili olmaksızın hataen yapılan ödemelerin sebepsiz zenginleşme kurallarına göre geri istenmesi mümkün ise de ödemenin kurumdan kaynaklanan bir hataya dayalı olmaksızın memurun yanıltıcı beyanından kaynaklanması hâlinde haksız fiil hükümlerine göre talepte bulunabilecektir. Bu iki sebep yarışan haklar durumunda değildir. Kaldı ki yarışan haklardan söz edilecek olsa bile dava dilekçesi içeriğinden haksız fiilin varlığı ileri sürülerek talepte bulunulduğu açıktır.

Belirtilen nedenlerle hukuki sebebin haksız fiil olduğu, buna göre zamanaşımı süresinin dolmadığı ve işin esasına girilmesi gerektiği şeklinde değişik gerekçeyle hükmün bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan talebin sebepsiz zenginleşmeye dayalı olduğu ve zamanaşımının dolmadığı şeklinde hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

KARARI YAZDIR


Bu kararı Favorilerinize Eklemek için giriş yapın veya üye olun

Bu kategorideki diğer İçtihatlardan bazıları