Yayalarda Taksirle Ölüme Sebebiyet Verebilir
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas No : 2014/67
Karar No : 2016/45
Karar Tarihi : 2016-02-09





Özet:

  • Taksirle öldürme ve yaralama suçları herkes tarafından işlenebilecek suçlardan olup kategorik olarak yayaların bu suçların faili olamayacakları söylenemez.
  • Dolayısıyla trafik kazalarında sürücüler gibi yayaların da kendileri için öngörülen trafik kurallarına uymamak suretiyle kusurlu hareket ederek başkasının yaralanmasına veya ölümüne neden olması durumunda taksirle ilgili suçtan cezalandırılması mümkündür.
  • Bu nedenle Özel Dairece yaya olan sanığın kusuruyla sebebiyet verdiği trafik kazasında sadece tazminat sorumluluğu bulunup ceza sorumluluğunun olamayacağının kabulünde isabet bulunmamaktadır.
  • Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün ulaşılan bu sonuç ile birlikte esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

Taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olmak suçundan sanık ...'nün beraatine ilişkin, Antalya 6. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 22.10.2010 gün ve 830-1016 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 02.05.2013 gün ve 27861-12220 sayı ile;

“...69 promil alkollü mağdur sürücü ..., yönetimindeki otomobil ile gece vakti, orta refüj ile bölünmüş, tek yönlü, meskun mahal yolda seyrederek olay mahalline geldiğinde, seyir yönüne göre sağ tarafından kaplamaya, yola girip, yaya geçidini kullanarak, yolun karşısına geçmekte olan, 238 promil alkollü sanık yaya ...’ye çarpmamak için, direksiyonu kırdığında, başka bir araca çarpması sonucu, mağdur sürücünün basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı olayda, sanık yaya hakkında kamu davası açılmış ve yapılan yargılama sonunda sanığın beraatine karar verilmiştir.

Yayanın sebebiyet verdiği trafik kazasından dolayı sanık olup olmayacağı sorununun öncelikle çözümlenmesi gerekmektedir.

Taksir, istisnai bir kusurluluk şeklidir. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir. Fail, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme olanak ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmak olup Türk Ceza Kanununun 22/2. maddesi 'Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi' olarak tanımlamaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun son olarak verdiği 07.06.2011 gün 54-120 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı gibi, öğretide ve uygulamada taksirin unsurları;

1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,

2- Hareketin iradi olması,

3- Neticenin iradi olmaması,

4- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,

5- Neticenin öngörülebilir olmasına karşın fail tarafından öngörülememesi, şeklinde kabul edilmektedir.

Yayanın karşıdan karşıya geçerken kendisine motorlu bir vasıtanın çarpacağı ve bu vasıtada bulunanların yaralanacağını öngörebilmesinin kabulü toplumda yaygın olan ortak düşünceye aykırıdır. Yayaların motorlu taşıt sürücülerine zarar vereceklerini, bu nedenle daha fazla basiretli davranmaları gerektiğini bildikleri ve cezalandırılmaları gerektiği kabul edilemez. İntihar etmek için kendisini hızla gelen otomobilin altına atan ve kazaya neden olan şahsın amacı, kendi yaşamına son vermek olup sürücünün yaralanabileceğini de önceden görebileceği söylenemez. Bu nedenle taksirin 'neticenin öngörülebilmesi' unsuru bu gibi olaylarda gerçekleşmemiştir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 46-67. maddelerinde sürücülerin uyacakları kurallar, 68-70. maddelerde ise yayalar, hayvanla çekilen veya elle sürülen araçlarla hayvan sürücülerinin ve yarışlar hakkında kurallar düzenlenmiştir. Yayalarla ilgili düzenlemelerde uyacakları kurallar belirtilmiş, ışıklı işaret veya yetkili kişilerin bulunmadığı geçitlerde veya kavşaklarda güvenlikleri açısından araçların uzaklık ve hızını göz önüne almaları, yolu kontrol ederek kendi güvenliklerini sağladıktan sonra, en kısa zamanda taşıt yolunu geçebilecekleri hükme bağlanmıştır. Belirtilen kurallara uymayanlar hakkında ise idari para cezasına hükmolunacaktır. Kanun koyucu tarafından da yayanın kendi can güvenliğini sağlaması için bir takım kurallar konulmuş, trafik kazaları ile ilgili 81. madde ve devamı maddelerinde sadece sürücülerden bahsedilmiş, yayaların motorlu taşıt sürücülerine veya başkalarına verebilecekleri zararlardan dolayı cezai sorumlulukları yönüne gidilmemiştir. Ayrıca ister kasdi, isterse taksirli olsun, bir fiilin cezalandırılabilmesi için uygunluk, elverişlilik, yeterlilik koşulları gerçekleşmelidir. Bir yayanın motorlu taşıt vasıtasına çarpmasında bu koşulların gerçekleştiği öne sürülemez. Örneğin bir yayanın otobüse çarpması halinde meydana gelen kazada otobüs içindekilerin ölmesinde veya yaralanmasında, aranılan bu yeterlilik, elverişlilik ve uygunluk koşulları yoktur. Bu nedenle trafik kazasına karışan yayanın TCK'nın 85 veya 89. maddeleri gereğince cezalandırılması, Ceza Hukukunun vurgulanan bu temel kriterlerine aykırıdır.

Bir olayda hukuki sorumluluk ile cezai sorumluluk farklı olup, taksirli cezai sorumluluk daha dar olarak düzenlenmiş ve bunun çerçevesi TCK'nun 22. maddesinde çizilmiştir. Trafik kazasında yayanın hukuki sorumluluğunun bulunması, cezai yönden de sorumlu olmasını gerektirmez. Yayanın kusurlu olması, yeni Türk Ceza Kanunu uygulamasında sürücünün cezasının belirlenmesinde ve hakkında lehe hükümlerin uygulanmasında nazara alınıp adaletli bir cezalandırma sağlanmaya çalışılmaktadır.

Yayaların kusurlu olmaları tazmini sorumluluğu gerektirir. Meydana gelen kazadan dolayı cezai sorumluluğun var olduğu kabul edilemez" açıklaması ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.07.2013 gün ve 114089 sayı ile;

“Kanun düzenlemesinde suçun failine ilişkin herhangi bir özellik ve nitelendirmede bulunulmadığından, olayımız taksir sorumluluğunu düzenleyen TCK'nun 22/2. fıkrası ve TCK'nun taksirle yaralama suçunu düzenleyen 89. maddesi göz önünde bulundurularak çözülmelidir. 2918 sayılı Kanundaki düzenlemeler, taksirle yaralama suçunda kusurun tespiti ve oranı açısından önem arzeder, suçun unsurlarının oluşup oluşmadığının tespitinde esas alınacak olan düzenleme suçun düzenlendiği TCK'nun ilgili maddeleridir.

Dosyadaki olayı mevzuat ile birlikte irdeleyecek olursak;

TCK'nun 89/1. maddesinde 'Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi'den bahsedilmektedir.

Taksir kavramı, TCK’nun 22. maddesinin 2. fıkrasında: 'Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.' şeklinde tanımlanmıştır. Bir başka deyişle, kişinin istememekle beraber kendisinden beklenen ve göstermek zorunda olduğu özeni göstermemek suretiyle suç tipinde belirtilen neticenin gerçekleşmesi hali olarak da ifade edilebilir.

Taksirle işlenen haksızlıklarda hareket iradidir. Dosyadaki olayımızda sanığın hareketinin iradi veya istem dışı olup olmamasında bir çekişme yoktur.

Suça ilişkin kanuni tarifte belirtilen maddi unsurlardan birinin gerçekleşmesinin 'öngörülmemiş olması', taksirin bir özelliğidir. Buna ek olarak 'dikkat ve özen' unsuru da olmalıdır. Gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsaydı kanuni tarifte yer alan bir unsurun gerçekleşeceği öngörülecekti diyebiliyorsak, bu fiil taksirle işlenmiş demektir.

Taksirin esası, öngörebilme olanağına rağmen failin toplumsal düzeni ilgilendiren zararlı ya da tehlikeli neticeleri öngörmemesi veya öngördüğü halde neticeyi önlememesidir.

Objektif özen yükümlülüğünün kaynaklarıdan biri de toplumdaki ortak deneyim ve tecrübelerdir. Özen yükümlülüğünün ihlali olarak ortak tecrübe ve hayat deneyimlerinin gerektirdiği dikkat ve özen yükümüne aykırılık da taksirli hareketi doğurabilir.

İhlal edilen objektif özen yükümlülüğünün mutlaka belli bir hukuki değerle alakalı olması gerekir. Öngörebilme somut olayın özelliklerine göre bizzat failin şahsi niteliklerinin dikkate alınması suretiyle belirlenir. Dikkat ve özen yükümlülüğünün kaynağı, davranış normlarıdır. Ancak bunlar karşımıza pozitif hukuk metinlerine yansımış yükümlülükler şeklinde çıkabileceği gibi, müşterek hayat tecrübeleri ile de bu yükümlülükler ifade edilebilirler.

Olayımızda sanık özen yükümlülüğüne riayet etmemiştir. Zira, alkollü bir şekilde yola çıkan bir yaya, yoldan geçmekte olan bir araç sürücüsünün güvenli sürüş yeteneğini etkileyebileceği konusunda dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmesi gerekir.

Yaya olan sanığın hareketi ile şikayetçinin yaralanması arasında illiyet bağı vardır. Sanığın alkollü bir şekilde yola çıkma şeklinde gelişen davranışı ile zararlı netice arasında sebep-sonuç ilişkisi kurulmaktadır. Sanığın bu fiili olmasaydı netice meydana gelmeyecekti.

Olayımızda 'neticenin öngörülebilir olması' unsuru açısından da problem yoktur. Burada dikkat edilmesi gereken husus, yayanın motorlu araca çarpması ve sürücüsüne zarar vermesi değil, yayanın kusurlu hareketi ile aracını kullanmakta olan şikayetçinin sürüş yeteneğini olumsuz olarak etkilenmesi ve bunun sonucunda da araç sürücüsünün ister yaya olan sanığa çarpması, isterse yayaya çarpmadan direksiyon hakimiyetini kaybetmek suretiyle devrilmesi ve bir başka şeye çarpması ile olsun, bir şekilde zarar görmesidir. Daire kararında geçen '...Yayaların motorlu taşıt sürücülerine zarar vereceklerini, bu nedenle daha fazla basiretli davranmaları gerektiğini bilmeleri ve cezalandırılmaları gerektiği kabul edilemez.' şeklindeki ifade 'dikkat ve özen yükümlülüğü' ve 'öngörme' kavramları ile çelişmektedir.

Taksirli hareket sonucunda zarar neticesinin doğması ile ilgiliği olarak örnek verecek olursak; yolda yürümemesi gereken hayvanların bir kazaya sebebiyet vermeleri durumunda hayvan sahibinin cezai sorumluluğunun bulunduğu kabul edildiğine göre, olmaması gereken bir yerde bulunup da yoldan geçmekte olan sürücüleri etkileyen, onların güvenli sürüş yeteneklerinin kaybolmasına neden olan yayaların cezai sorumluluklarının olamayacağını iddia etmek, ilamdaki kabulün aksine, toplum yaşantısındaki genel algılamaya aykırıdır.

Sonuç olarak, yayanın alkollü veya normal şekilde karşıdan karşıya geçerken, olmaması gereken bir yerde yayanın bulunması sonucunda araç sürücüsünün dikkatli sürüş yeteneğini kaybetmesine ve bir şekilde zarar görebileceğine neden olabileceğini öngörebilmesi gerekir. İradi hareket sonucunda sadece araç sürücüsünün zarar görebileceğinden ziyade, araçtaki yolcular da zarar görebilir ve yaya olan kişiden motorlu araç sürücüsü veya araçta yolcu olarak bulunan kişilere zarar vermemesi için, dikkat ve özen yükümlülüğüne riayet etmesi beklenir. Bu gibi olaylarda 'neticenin öngörülebilmesi' koşulunun gerçekleşmeyeceği yönündeki görüşe katılmamız mümkün değildir.

Yukarıdaki nedenlerden dolayı yerel mahkeme kararı usul ve yasaya aykırı bulunduğundan hükmün tebliğnamedeki gerekçe doğrultusunda bozulmasına karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle onamasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğu” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 23.12.2013 gün ve 17297-30342 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; bir kişinin yaralanması ile sonuçlanan trafik kazasında sanığın yaya olması ve herhangi bir trafik aracını kullanmaması nedeniyle, taksirle yaralama suçunun faili olup olamayacağının tespitine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

69 promil alkollü müşteki sanık ...'ın yönetimindeki otomobil ile gece vakti, orta refüj ile bölünmüş, tek yönlü, meskun mahalde bulunan yolda seyir halinde iken seyir yönüne göre sağ tarafından yola girip, yaya geçidini kullanarak, yolun karşısına geçmekte olan, 238 promil alkollü olan sanık ...’ye çarpmamak için, direksiyonu kırdığında, başka bir araca çarpması sonucu, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı,

Müşteki sanık ...’ın soruşturma aşamasında alınan beyanında yaya olan sanık ...’den şikayetçi olduğu, ... hakkında taksirle yaralamaya neden olma, ... hakkında ise trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan kamu davası açıldığı,

Anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından, öncelikle taksir ve unsurları üzerinde durulması gerekmektedir.

Kural olarak suç, ancak kastla, işlenebilecekken, kanunda açıkça gösterilen hallerde taksirle de işlenebilecektir. Failin cezalandırılabilmesi için kanunda açık bir düzenleme bulunmasının zorunlu olduğu istisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmıştır.

Ceza Genel Kurulunun 07.06.2001 gün ve 54-120 ile 06.10.2009 gün ve 189-220 sayılı kararlarında da; "Taksir istisnai bir kusurluluk şeklidir. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır" açıklamalarına yer verilmiştir.

Öğretide de benimsendiği üzere, Ceza Genel Kurulunun birçok kararında taksirin unsurları;

1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,

2- Hareketin iradi olması,

3- Neticenin iradi olmaması,

4- Hareket ile netice arasında nedensellik bağının bulunması,

5- Neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması,

Şeklinde kabul edilmektedir.

Uyuşmazlığa konu olayda, diğer şartların gerçekleştiği konusunda bir tereddüt bulunmaması nedeniyle, 5. bentte yer alan neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörüle- memiş olması şartının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulmalıdır.

Taksirle gerçekleştirilen bazı eylemlerin suç olarak tanımlanıp cezaî yaptırıma bağlanmasıyla, insanların gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hale gelen toplum hayatı içinde daha dikkatli davranmalarının temin edilmesi amaçlanmaktadır. Kanun ve ortak hayat tecrübesinin sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen görevini ihlal eden ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı neticeye sebep olan kişinin taksirle işlenen suçlara ilişkin cezaî sorumluluğu benimsenmiş, fakat taksirden sözedilemek için de kanunî tarife uygun fiilin işlenebileceğinin öngörülme imkanının mevcut olması aranmıştır.

Bilindiği üzere, failin iradesi kasten işlenen suçlarda neticeye, taksirli suçlarda ise harekete yöneliktir. Gerek kanun tarafından konulan, gerekse ortak deneyimler ürünü olan kurallara iradi olarak riayetsizlik suretiyle dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranıldığı takdirde, bir takım zararlı neticelerin doğabileceği öngörülebiliyorsa taksir söz konusu olacaktır. Yapılan hareketin neticesi ortak tecrübeye göre öngörülemiyorsa ve hukuken de böyle bir yükümlülük getirilmemişse, taksirli hareketten söz edilemeyecek, "kaza" ya da "tesadüf" olarak adlandırılan bu hal nedeniyle cezai sorumluluk gündeme gelmeyecektir.

Diğer bir anlatımla; taksirle işlenen suçlarda icrai ya da ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmekte olup, iradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de kaza ya da tesadüf söz konusu olacağından, failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeye- cektir. Öngörülebilme, belirli niteliklere sahip olan failin gerçekleştireceği hareketinin zararlı neticelerini tahmin edebilmesi imkanı olarak açıklanabilecek olup, öngörülebilme imkansız ise, kaza ve tesadüf söz konusu olacaktır.

Aslında öngörülebilirlik taksiri kaza ve tesadüften ayırdığı gibi, ayrıca bilinçli - bilinçsiz taksir ayrımında da önem arzetmektedir. 5237 sayılı TCK’nun 22/3. fıkrasında ise bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış ve bu halde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı hüküm altına alınmıştır.

Buna göre, basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır. Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin hali ile bir tutulamayacağından ve neticeyi öngören kimse ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlü olduğundan, neticeyi öngöremeyen faile oranla yaptırımı ağırlaştırılarak cezasının artırılması öngörülmüştür. Özetle, öngörülebilir neticenin öngörülmemiş olması taksirin basit şekli, öngörülebilir neticenin öngörülmüş ancak istenmemiş olması hali ise bilinçli taksir olarak nitelenecek, neticenin istenmesi halinde ise kasıt gündeme gelecektir.

Taksirle işlenen suçlarda "neticenin öngörülebilirliği" şartı ile ilgili olarak Ceza Genel Kurulunun 12.10.2004 gün ve 163-194 sayılı kararında; "Neticenin istenmemiş olması (iradi olmaması), taksirin önemli bir özelliğini oluşturmakta ve onu kasttan ayırmaktadır. Yine, neticenin öngörülebilir olması, taksirin başlıca şartını hatta sınırını oluşturur. Netice öngörülebilir değilse, bu gibi neticeleri doğurabilecek hareketlerde bulunmaktan çekinmesi kimseden doğal olarak istenemeyeceği için, ortada kusurluluk kalmaz ve artık bir kaza veya tesadüfün bulunduğundan söz edilir"; 11.05.2004 gün ve 97-115 sayılı kararında da; "Neticenin öngörülebilmesi (tahmin edilebilmesi) ise failin hareketlerinin sonuçlarını tahmin edebilme yeteneğini ifade eder. Bu bakımdan failce neticenin öngörülebilir olup olmadığının belirlenmesi bakımından failin yaş, görgü, meslek vs. gibi niteliklerinin nazara alınmasını zorunlu kılar. Zira öngörülebilmenin imkansız olması durumunda taksirden değil, kaza ve tesadüflerden söz edilebilir.

Öngörebilme olanağının belirlenmesinde nasıl bir ölçüt uygulanacağı hususu uygulama ve öğretide de tartışılmış, failin kişisel niteliklerini gözönünde bulunduran subjektif görüş eğilim kazanmıştır. Bu görüşe göre failin görgüsü, sosyal seviyesi, yaşam tecrübesi, bedeni ve akli hali, zeka düzeyi gibi hususlar öngörme olanağının belirlenmesinde nazara alınacaktır" açıklamalarına yer verilmiştir.

Öğretide de; sonucun öngörülebilirliğinin, failin içinde bulunduğu, sosyal çevre, mensup olduğu meslek, eğitim durumu, ortak tecrübe, bilgi düzeyi ve failin kişisel özellikleri dikkate alınarak saptanması gerektiği, öngörülebilir sonucun, fiilen meydana gelen sonuç olmayıp, failin yaptığı iradi hareketin neden olabileceği benzer sonuçlar olduğu, fiilen oluşan sonucun sadece genel olarak öngörülebilir olması taksirin varlığı için yeterli olup, sonucun bütün inceliklerinin öngörülmesine gerek bulunmadığı görüşleri ileri sürülmüştür. (Timur Demirbaş, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 8. Bası, İstanbul, 2012, s. 358 vd.; Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, İstanbul, 2013, s. 277; Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 6. Bası, Ankara, 2013, s.219; Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 15. Bası, Ankara, 2013, s.216 vd.)

Bu genel açıklamalardan sonra, Türk Ceza Kanununun taksirle yaralama ve taksirle öldürme suçlarına ilişkin hükümleri ile Karayolları Trafik Kanununun konuyla ilgili düzenlemelerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir.

5237 sayılı TCK'nun "Taksirle yaralama" başlıklı 89. maddesi; "(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.

(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;

a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,

b) Vücudunda kemik kırılmasına,

c) Konuşmasında sürekli zorluğa,

d) Yüzünde sabit ize,

e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,

f) Gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına,

Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır.

(3) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;

a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,

b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,

c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,

d) Yüzünün sürekli değişikliğine,

e) Gebe bir kadının çocuğunun düşmesine,

Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir kat artırılır.

(4) Fiilin birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması hâlinde, altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(5) Taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır. Ancak, birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikâyet aranmaz",

"Taksirle öldürme" başlıklı 85. maddesi ise; "(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır",

Şeklinde düzenlenmiştir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun "Tanımlar" başlıklı 3. maddesinde trafik; yayaların, hayvanların ve araçların karayolları üzerindeki hal ve hareketleri olarak tanımlanmış, "Karayollarında trafiğin akışı" başlıklı 46. maddesinde sürücülerin, 81. maddesinde trafik kazalarına karışanların uymak zorunda olduğu kurallar hüküm altına alınmış ve anılan kurallara uymayanlar için idari para cezaları öngörülmüş, 68. maddesinde ise; "Yayaların uyacakları kurallar aşağıda belirtilmiştir.

a) Yayalar, aşağıda sayılan haller dışında, taşıt yolu bitişiğinde ve yakınında yaya yolu, banket veya alan varsa burada yürümek zorundadır.

1. Yönetmelikte belirtilen tedbirler alınmak şartı ile diğer yayalar için ciddi rahatsızlık verecek boyutta eşyaları iten veya taşıyan kişiler ile, taşıt yolunun en sağ şeridinden fazla kısmını işgal etmemek, gece ve gündüz görüşün az olduğu hallerde de imkan oranında tek sıra halinde yürümek şartı ile bir yetkili veya görevli yönetiminde düzenli şekilde yürüyen yaya kafileleri taşıt yolu üzerinde yürüyebilirler.

2. Yayaların yürümesine ayrılmış kısımların kullanılmasının mümkün olmaması veya bulunmaması hallerinde yayalar, bisiklet trafiğine engel olmamak şartı ile bisiklet yolunda bisiklet yolu yoksa taşıt yolu üzerinde, imkan oranında taşıt yolu kenarına yakın olmak şartı ile yürüyebilirler.

3. Her iki tarafında, yaya yolu ve banket bulunmayan veya kullanılır durumda olmayan iki yönlü trafiğin kullanıldığı karayollarında yaya kafileleri dışındaki yayalar, taşıt yolunun sol kenarını izlemek zorundadır.

b) Taşıt yolunun karşı tarafına geçmek isteyen yayaların taşıt yolunu, yaya ve okul geçidi ile kavşak giriş ve çıkışları dışında herhangi bir yerden geçmeleri yasaktır.

Yayalar, bu yerlerden geçerken;

1. Yaya ve okul geçitlerinin bulunduğu yerlerde, geçitte yayalar için ışıklı işaret varsa bu işaretlere uymak,

2. Geçitte yayalar için ışıklı işaret yoksa ve geçit sadece taşıt trafiği ışıklı işareti veya yetkili kişi tarafından yönetiliyorsa geçecekleri doğrultu açıldıktan sonra taşıt yoluna girmek,

3. Işıklı işaret veya yetkili kişilerin bulunmadığı geçitlerde veya kavşaklarda güvenlikleri açısından yaklaşan araçların uzaklık ve hızını göz önüne almak,

Zorundadırlar.

Ancak, yüz metre kadar mesafede yaya geçidi veya kavşak bulunmayan yerlerde yayalar, taşıt trafiği için bir engel teşkil etmemek şartı ile ve yolu kontrol ederek kendi güvenliklerini sağladıktan sonra en kısa doğrultuda ve en kısa zamanda taşıt yolunu geçebilirler.

c) Yaya yollarında, geçitlerde veya zorunlu hallerde taşıt yolu üzerinde bulunan yayaların, trafiği engelleyecek veya tehlikeye düşürecek şekilde davranışlarda bulunmaları veya buraları saygısızca kullanmaları yasaktır.

Bu madde hükümlerine uymayan yayalar 1.800.000 lira para cezası ile cezalandırılırlar" şeklindeki hükme yer verilerek yayaların uyacakları kurallar belirlenmiştir.

Karayolları Trafik Yönetmeliğinin "Karayollarında trafiğin akışı ve karayolunun kullanılması" başlıklı 94. maddesinde; "Karayollarında trafik sağdan akar.

Aksine bir hüküm veya işaret bulunmadıkça karayollarında;

...C) Yayalar;

Bu Yönetmeliğin 95 inci maddesinde sayılan hal ve şartlar dışında;

a) Taşıt yolu bitişiğindeki ve yakınındaki yaya yolu, banket ve alanlarda yürümek, buralarda ve mecburi hallerde taşıt yolunda yürüme halinde bu Yönetmeliğin 138 ncı maddesindeki şartlara uymak,

b) Taşıt yolunun karşı tarafına; yaya ve okul geçitleri ile kavşak giriş ve çıkışlarından, bunların bulunmadığı yerlerde ise, şartlarına uyulmak suretiyle taşıt yolunun uygun kısımlarından geçmek,

c) Yaya ve okul geçitlerinden geçerken, geçidin sağ bölümünden yürümek,

Zorundadırlar",

"Trafik İşaretlerine Uyma" başlıklı 95. maddesinde; "Araç ve hayvan sürücüleri ile yayalar yolu kullanırken;

a) Trafiği düzenleme ve denetlemeye yetkili üniformalı veya özel işaret taşıyan görevlilerin uyarı ve işaretlerine,

b) Işıklı ve sesli trafik işaretlerine,

c) Trafik işaret levhaları, tertipleri ve yer işaretlemelerine,

d) Trafik güvenliği ve düzeni ile ilgili olarak Karayolları Trafik Kanununda ve Karayolları Trafik Yönetmeliğinde gösterilen diğer kural, yasak, zorunluluk ve yükümlülüklere,

Uymak zorundadırlar.

Bunlara uymadaki öncelik yukarıda yapılan sıralamaya göredir",

"Yayalar" başlıklı 138. maddesinde; "Yayaların uyacakları kurallar aşağıda belirtilmiştir.

a) Yayalar taşıt yolu bitişiğinde veya yakınında yaya yolu, banket veya alan varsa buralardan yürümek, her iki tarafında banket bulunan ve kullanılabilir durumda olan yollarda kendi gidiş yönüne göre sol bankette yürümek zorundadırlar.

Ancak;

1) Diğer yayalar için ciddi rahatsızlık ve tehlike verecek boyut veya biçimde eşya iten veya taşıyan kişiler, taşıt yolunun en sağ şeridinde mümkün olan en az kısmı işgal etmek, araçların ilerlemelerine engel olmamak, çarpmayı önleyici ve uyarıcı tedbirleri almak şartıyla taşıt yolu üzerinde yürüyebilirler.

2) Bir yetkili veya görevli yönetiminde düzenli şekilde yürüyen yaya kafileleri taşıt yolunun en sağ şeridinden fazla kısmını işgal etmemek, gece ve gündüz görüşün az olduğu hallerde imkan oranında tek sıra halinde yürümek, araçların hareketlerini engellememek ve güçleştirmemek, çarpmayı önleyici ve uyarıcı tedbirleri almak şartıyla taşıt yolu üzerinde yürüyebilirler.

3) Yayaların yürümesine ayrılmış kısımların kullanılmasının mümkün olmaması veya mevcut bulunmaması halinde, bisiklet yolu varsa bisiklet trafiğine engel olmamak şartıyla bisiklet yolunda, bisiklet yolu yoksa imkan oranında taşıt yolu kenarına yakın olmak şartıyla taşıt yolu üzerinde yürüyebilirler.

4) Her iki tarafında yaya yolu ve banket bulunmayan veya kullanılır durumda olmayan iki yönlü yollarda yaya kafileleri taşıt yolunun sağ kenarında diğer yayalar gidişlerine göre taşıt yolunun sol kenarında yürümek zorundadırlar.

b) Karşıdan karşıya geçişler;

Taşıt yolunun karşı tarafına geçmek isteyen yayalar, taşıt yolunu yaya ve okul geçidiyle kavşak giriş ve çıkışlarından geçmek zorundadırlar.

1) Yaya ve okul geçitlerinin bulunduğu yerlerde yayalar için ışıklı işaret varsa bu işaretlere uymak,

2) Geçitte yayalar için ışıklı işaret yoksa ve geçit sadece taşıt trafiği ışıklı işareti veya yetkili kişi tarafından yönetiliyorsa, geçecekleri doğrultu açıldıktan sonra taşıt yoluna girmek,

3) Işıklı işaret veya yetkili kişilerin bulunmadığı geçitlerde veya kavşaklarda güvenlikleri açısından yaklaşan araçların uzaklık ve hızını göz önüne alarak uygun zamanda geçmek,

Zorundadırlar.

Ancak, 100 metre kadar mesafede yaya geçidi, okul geçidi veya kavşak bulunmayan yerlerde yayalar, taşıt trafiği için bir zorluk veya engel yaratmamak şartıyla ve yoldan gelen taşıtların uzaklık ve hızını kontrol ederek kendi güvenliklerini sağladıktan sonra en kısa doğrultuda ve en kısa zamanda taşıt yolunu geçebilirler.

Yollarda güvenli geçiş, önce sola sonra sağa bakılarak sakınca yoksa taşıt yoluna girmek, geçiş sırasında sola ve sağa bakılarak yürüyüşe devam etmek, taşıt yoluna girmeden güvenle duramayacak kadar yaklaşmış taşıtlar varsa ilk geçiş hakkını onlara verip geçişlerini beklemek suretiyle yapılır.

Yayalar için özel olarak yapılmış alt veya üst geçit, yaya köprüsü veya yaya tüneli gibi tesisler varsa yayalar buralardan yararlanmak zorundadırlar.

c) Yaya yolu bulunmayan yollarda yürümek zorunda kalan yayalar, araç sürücülerine karşı görünürlüklerini sağlamak, can güvenliklerini daha olumlu yönde artırmaları için alaca karanlık ve gece karanlığında üzerlerinde reflektif aksesuar bulundurmak, uyarıcı açık renk elbise giymek veya ışık taşımak gibi tedbirleri almak zorundadırlar.

d) Yaya yollarında, geçitlerde veya mecburi hallerde taşıt yolu üzerinde bulunan yayaların, trafiği engelleyecek, tehlikeye düşürecek davranışlarda bulunmaları, dikkatsiz hareket etmeleri, oynamaları veya bu yerleri saygısızca kullanmaları yasaktır" ,

Şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir.

Görüldüğü gibi, ne Karayolları Trafik Kanunu ne de Karayolları Trafik Yönetmeliğinin münhasıran taşıtlara özgülenen kurallardan ibaret olduğu söylenemeyecektir. Zira kanunda bizzat "yayaların, hayvanların ve araçların karayolları üzerindeki hal ve hareketleri" olarak tanımlanan trafiğin tüm unsurlarının sorumlulukları ile ilgili düzenlemeler ayrıntılı bir şekilde öngörülmüştür. Belirtilen kanun ve yönetmeliğin amacı, karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğundan, bu hükümler sadece yayaların güvenliği için değil, tüm trafik güvenliğini ve düzenini sağlamak için kabul edilmiştir. Yayaların karşıdan karşıya nereden ve nasıl geçecekleri, karayollarında nasıl hareket edecekleri, ilk geçiş hakkının kime ait olduğu gibi hususlar kanuni düzenleme ile açıklanmak suretiyle yayalar da dahil olmak üzere herkesin uymakla yükümlü olduğu hükümler oluşturulmuştur. Bu kapsamda, trafikte kazaya karışmış olan kişinin ceza hukuku bakımından sorumluluğundan söz edilebilmesi için karayolu trafiği için belirlenmiş olan bu kurallardan en az birini ihlal etmiş olması gerekmektedir.

Diğer taraftan, 5237 sayılı TCK'nun “Taksirle öldürme” başlıklı 85 ve “Taksirle yaralama” başlıklı 89. maddelerindeki hükümler, münhasıran nakil vasıtaları ile işlenen ya da araç sürücüleri tarafından gerçekleştirilen eylemler için kabul edilmediğinden fail herkes olabilecektir. Nitekim 85. maddede; "Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi...", 89. maddede ise; "Taksirle başkasının ... neden olan kişi" denmek suretiyle, bu suçun herkes tarafından işlenebileceği kabul edilmiş ve failin herkes olabileceği ortaya konulmuştur. Bu hükümlerde belirli niteliklere sahip faile özgülenmiş suç tipi düzenlenmediğinden, bahse konu suçların münhasıran nakil vasıtaları ile işlenebileceği ya da sadece araç sürücülerinin gerçekleştirdiği eylemlerin taksirle yaralama ya da öldürme suçlarını oluşturacağı ileri sürülemeyecek, kategorik şekilde yayaların bu suçların faili olamayacaklarına ilişkin ön kabul de isabetli olmayacaktır.

Kendileri için öngörülen trafik kurallarına uymamak suretiyle kusurlu hareket eden yayalar çoğunlukla bizatihi suçtan zarar görmüş oldukları için, örneğin kusurlu olan yayanın hareketi sonucunda kendi ölümü gerçekleştiği ya da ağır şekilde yaralandığı için yayaların sanık olarak yargılandığı uygulamaların sayıca az olduğu görülmektedir. Ancak bu durum, kusurlu hareket eden ve davranışı sonucunda başkalarının zararına neden olan yayanın taksirle öldürme ya da taksirle yaralama suçlarının fail olamayacağı anlamına gelmemektedir. Sürücü ya da yayanın, kurallara aykırı hareket ettiğinde bir trafik kazasının meydana gelebileceğini tahmin etme imkanının bulunduğu hallerde öngörülebilirlik şartının gerçekleştiği ve buna bağlı olarak kişinin taksirli hareketinden dolayı sorumlu olması gerektiği kabul edilmelidir.

Nitekim 5237 sayılı TCK'nun 22. maddesinin gerekçesinde de açıkça; “...bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki sürücü de taksirle hareket etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda neticenin oluşumu açısından her kişinin taksirli fiili dolayısıyla kusurluluğu bir diğerinden bağımsız olarak belirlenmelidir...” denilmek suretiyle meydana gelen trafik kazalarında yayaların da taksirle hareket edebilecekleri belirtilmiştir.

Kaldı ki, taksirli suçlarda öngörülebilir sonucun tüm detaylarının öngörülmesi ya da öngörülebilir olması da şart değildir, yayanın trafik kurallarını ihlal etmek suretiyle aniden yola çıkması halinde bir aracın ona çarpabileceği ya da çarpmamak için direksiyonu kırması nedeniyle trafik düzeninin bozulabileceği, böylelikle de başkalarının hayatı ve vücut bütünlüğüne yönelik olarak yaralanma ya da ölüm olayının gerçekleşebileceği herkes için öngörülebilir bir durumdur. Gerçekleşen neticenin bütün ayrıntı ve inceliklerinin tahmin edilebilir olmasına gerek bulunmayıp, sonucun genel olarak öngörülebilir olması taksirin varlığı için yeterlidir. Bunun yanında yayaların zarara uğrama ihtimalinin daha yüksek olması, araç yoluna kontrolsüz giren yayanın başkalarına zarar vermek suretiyle tehlikeye neden olacağının öngörülebilir olması gerçeğini değiştirmeyecektir.

Benzer uyuşmazlık, 765 sayılı Türk Ceza Kanununun yürürlükte olduğu dönemde Ceza Genel Kurulu kararlarına konu olmuş, 13.12.1993 gün 221-317 sayılı kararda taksirle ölüme ya da yaralanmaya neden olma suçlarında taksirin önceden öngörülebilir olma şartı gerçekleşmediğinden yayaların ceza sorumluluklarının bulunmadığı kabul edilmişken, 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararda ise yayaların ceza sorumluluğunun bulunduğu kabul edilerek önceki karardan dönülmüştür.

Öte yandan, yayaların trafik kurallarına uymamaları nedeniyle idari para cezası ile cezalandırılmalarının hüküm altına alınmış olması, TCK'nun 85 veya 89. maddeleri ile cezalandırılmalarına engel teşkil etmemektedir. Trafik kurallarına uymama nedeniyle idari para cezası ile cezalandırılabilir olma durumu araç sürücüleri için de söz konusu olduğundan bu hususun cezai sorumluluk ile karıştırılmaması gerekir.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun 18.02.2014 gün ve 10-80 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Taksirle öldürme ve yaralama suçları herkes tarafından işlenebilecek suçlardan olup kategorik olarak yayaların bu suçların faili olamayacakları söylenemez. Dolayısıyla trafik kazalarında sürücüler gibi yayaların da kendileri için öngörülen tafik kurallarına uymamak suretiyle kusurlu hareket ederek başkasının yaralanmasına veya ölümüne neden olması durumunda taksirli ilgili suçtan cezalandırılması mümkündür. Bu nedenle Özel Dairece yaya olan sanığın kusuruyla sebebiyet verdiği trafik kazasında sadece tazminat sorumluluğu bulunup ceza sorumluluğunun olamayacağının kabulünde isabet bulunmamaktadır.

Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün ulaşılan bu sonuç ile birlikte esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi ...; "Bir kişinin yaralanması ile sonuçlanan trafik kazasında tali kusurlu olduğu tespit edilen sanığın yaya olması ve herhangi bir trafik aracını kullanmaması nedeniyle, taksirle yaralamaya neden olma suçundan cezai sorumluluğunun bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkin uyuşmazlık konusunda;

69 promil alkollü mağdur sürücü ... yönetimindeki otomobil ile gece vakti, orta refüj ile bölünmüş, tek yönlü, meskun mahal yolda seyrederek olay mahalline geldiğinde, seyir yönüne göre sağ tarafından kaplama, yola girip, yaya geçidini kullanarak, yolun karşısına geçmekte olan, 238 promil alkollü sanık yaya ...’ye çarpmamak için direksiyonu kırdığında, başka bir araca çarpması sonucu, mağdur sürücünün basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı olayda, sanık yaya hakkında kamu davası açılmış ve yapılan yargılama sonunda sanığın beraatine karar verilmiştir.

Taksir, istisnai bir kusurluluk şeklidir. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir. Fail, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme olanak ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmak olup Türk Ceza Kanununun 22/2. maddesi 'Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi' olarak tanımlamaktadır.

Yayanın karşıdan karşıya geçerken kendisine motorlu bir vasıtanın çarpacağı ve bu vasıtada bulunanların yaralanacağını öngörebilmesinin kabulü toplumda yaygın olan ortak düşünceye aykırıdır. Yayaların motorlu taşıt sürücülerine zarar vereceklerini, bu nedenle daha fazla basiretli davranmaları gerektiğini bildikleri ve cezalandırılmaları gerektiği kabul edilemez. İntihar etmek için kendisini hızla gelen otomobilin altına atan ve kazaya neden olan şahsın amacı, kendi yaşamına son vermek olup sürücünün yaralanabileceğini de önceden görebileceği söylenemez. Bu nedenle taksirin 'neticenin öngörülebilmesi' unsuru bu gibi olaylarda gerçekleşmemiştir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 46-67. maddelerinde sürücülerin uyacakları kurallar, 68-70. maddelerde ise yayalar, hayvanla çekilen veya elle sürülen araçlarla hayvan sürücülerinin ve yarışlar hakkında kurallar düzenlenmiştir. Yayalarla ilgili düzenlemelerde uyacakları kurallar belirtilmiş, ışıklı işaret veya yetkili kişilerin bulunmadığı geçitlerde veya kavşaklarda güvenlikleri açısından araçların uzaklık ve hızını göz önüne almaları, yolu kontrol ederek kendi güvenliklerini sağladıktan sonra, en kısa zamanda taşıt yolunu geçebilecekleri hükme bağlanmıştır. Belirtilen kurallara uymayanlar hakkında ise idari para cezasına hükmolunacaktır. Kanun koyucu tarafından da yayanın kendi can güvenliğini sağlaması için bir takım kurallar konulmuş, trafik kazaları ile ilgili 81. madde ve devamı maddelerinde sadece sürücülerden bahsedilmiş, yayaların motorlu taşıt sürücülerine veya başkalarına verebilecekleri zararlardan dolayı cezai sorumlulukları yönüne gidilmemiştir. Ayrıca ister kasdi, isterse taksirli olsun, bir fiilin cezalandırılabilmesi için uygunluk, elverişlilik, yeterlilik koşulları gerçekleşmelidir. Bir yayanın motorlu taşıt vasıtasına çarpmasında bu koşulların gerçekleştiği öne sürülemez. Örneğin bir yayanın otobüse çarpması halinde meydana gelen kazada otobüs içindekilerin ölmesinde veya yaralanmasında, aranılan bu yeterlilik, elverişlilik ve uygunluk koşulları yoktur. Bu nedenle trafik kazasına karışan yayanın TCK'nun 85 veya 89. maddeleri gereğince cezalandırılması, ceza hukukunun vurgulanan bu temel kriterlerine aykırıdır.

Bir olayda hukuki sorumluluk ile cezai sorumluluk farklı olup, taksirli cezai sorumluluk daha dar olarak düzenlenmiş ve bunun çerçevesi TCK'nın 22. maddesinde çizilmiştir. Trafik kazasında yayanın hukuki sorumluluğunun bulunması, cezai yönden de sorumlu olmasını gerektirmez. Yayanın kusurlu olması, yeni Türk Ceza Kanunu uygulamasında sürücünün cezasının belirlenmesinde ve hakkında lehe hükümlerin uygulanmasında nazara alınıp adaletli bir cezalandırma sağlanmaya çalışılmaktadır.

Yayaların kusurlu olmaları tazmini sorumluluğu gerektirir. Meydana gelen kazadan dolayı cezai sorumluluğun var olduğu kabul edilemez,

Yayanın sanık olarak yargılanamayacağını ifade ederken, kastettiğimiz karayolu ulaşımında trafik kazasına karışan araç ile yolda yürümekte olan insanın çarpışan veya çarpışma ile karşı karşıya kalan kişi olması halidir. Aracını yol kenarına bırakıp giden kişi bu eyleminden zararlı bir sonuç doğduğunda' kusurlu olması halinde tabi ki sanık olarak yargılanabilecektir. Yine hayvan sürüsünü otobana çıkaran karşıdan karşıya geçirmek isteyen kişi elverişlilik ve yeterlilik koşulları taşıyan, kazaya neden olan sürü sahibi olarak, elbette ki sorumlu ve kusurludur. Çünkü dikkat ve özen yükümlülüğüne uymamanın meydana getirdiği netice dolayısıyla kişinin kusuru mevcuttur.

Yayaların katıldıkları trafik kazalarında kusuru olan yayanın sanık olması, işin içinden çıkılmaz bir uygulama olarak karşımıza çıkacaktır. Her gün örneklerini gördüğümüz, okul çıkışında çocukların, köy yolu kenarında yürüyen yayaların hastaneden çıkan hasta yakınları ve hastalar gibi kişilerin kazaya sebebiyet vermeleri halinde binlercesinin sanık olması sonucunu doğurur ki bunun pratikte uygulaması düşünüldüğünde karmaşık bir sorunlar yumağı oluşturacağı anlaşılacaktır.

Trafik kazasına sebep olan sürücü ve yaya eşit kusurlu olduğu bir olayda meydana gelen ölümün aracın çarpması sonucu mu ya da yayanın çarpması sonucu mu meydana geldiği düşünüldüğünde aracın çarptığının kabulü gerekeceği ve neticeyi oluşturanın yaya olmadığı açıktır. Görüldüğü gibi elverişlilik olma bakamından da yayanın hareketi, sonucu meydana getirmeye elverişli değildir.

Yayanın sanık olarak kabul edilemeyeceğini söylerken, yayanın hiç sorumlu olmadığını düşünmüyoruz. Kusuru oranında maddi ve manevi tazminattan sorumludur.

Benzer uyuşmazlıklarla ilgili Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun yayaların sanık olamayacağı yönünde birden fazla kararı olduğu gibi sanık olabileceğine dair de kararları vardır.

Bu nedenlerden dolayı daire kararının yerinde olup Yargıtay C.Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne muhalifim" düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 02.05.2013 gün ve 27861-12220 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,

3- Yerel mahkeme hükmünün ulaşılan bu sonuç ile birlikte esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.02.2016 tarihnde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.