Tasarrufun İptali Davası - Borcun Ne Zaman Doğduğu
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No : 2019/16
Karar No : 2020/7
Karar Tarihi : 2020-01-14





MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tasarrufun iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Malatya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

Davacı vekili 28.02.2012 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkiline olan borcun tahsili amacıyla davalı borçlu ... aleyhine Malatya 2. İcra Dairesinin 2011/4050 ve Malatya 1. İcra Dairesinin 2011/5025 takip sayılı dosyaları ile icra takibi başlatıldığını, borçlu ... adına kayıtlı malvarlığı bulunmadığından hakkında başlatılan icra takiplerinin sonuçsuz kaldığını, borçlunun alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla taşınmazlarını 05.05.2011, 24.12.2010, 22.03.2011 tarihlerinde yakınları olan diğer davalılara muvazaalı olarak satış ve terkin etmek suretiyle müvekkilini zarara uğrattığını ileri sürerek davalı borçlu ...'ün diğer davalılara belirtilen tarihlerde alacaklılar aleyhine mal kaçırmak amacıyla yapmış olduğu dava konusu edilen sekiz adet taşınmaza ilişkin olarak yapılan tasarrufun iptali ile eski hâle iadesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

Davalılar vekilleri ayrı ayrı verdikleri 29.03.2012, 19.04.2012 ve 31.12.2012 havale tarihli cevap dilekçelerinde; iptali istenen tasarrufların borcun doğumundan önce yapıldığını, davanın süresinde açılmadığını, davacının elinde kesin ya da geçici aciz vesikasının bulunmadığını, satışların gerçek olduğunu, tasarrufun iptali ile eski hâle getirme isteminin geçersiz olduğunu, dava konusu edilen taşınmazların değerinin talep edilen alacak miktarının çok üzerinde olduğunu, davacının ancak alacağını karşılayacak miktarda talepte bulunması gerekirken taşınmazların değeri dikkate alınmadan tüm taşınmazlar yönünden dava açılmasının da usul ve yasaya uygun olmadığını savunarak davanın reddini karar verilmesini istemişlerdir.

Mahkeme Kararı:

Malatya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.11.2013 tarihli ve 2012/120 E., 2013/590 K. sayılı kararı ile; davacı tarafça dosyaya sunulan haciz tutanaklarında borçlunun adresinin kapalı olması sebebiyle haciz yapılamadığına dair tutanak düzenlendiği, düzenlenen bu tutanağın geçici veya kesin aciz vesikası niteliğinde olmadığı, bu hâliyle dava şartı olan aciz vesikasının bulunmadığı, tapu kayıtları dikkate alındığında, devirlerin 26.05.2008, 24.12.2010, 05.05.2011, 24.08.2011 tarihlerinde yapıldığı, takip dosyasının dayanağını teşkil eden çeklerin 20.09.2011, 30.09.2011, 20.10.2011, 20.11.2011 keşide tarihli oldukları, mevcut hâlleriyle bu alacakların devir tarihinden sonra doğmuş olduğu, davacı tarafa borcun dayanağını teşkil eden kambiyo senetlerinin ileri tarihli olarak keşide edilip edilmediği, çeklerin dayanağı olan hukuki ilişkinin hangi tarihte gerçekleştiği ve mal teslimiyle çeklerdeki miktarla uyumlu belgeleri ibraz etmesi konusunda süre tanındığı, davacı tarafça daha önceki aşamalarda sunulan faturaların miktar itibariyle çeklerle uyuşmadığı, bu hâliyle alacağın temlik tarihinden önce doğduğunun ispatlanamadığı gerekçesiyle şartları oluşmayan davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

Malatya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesince 16.06.2015 tarihli ve 2014/4397 E., 2015/8759 K. sayılı kararı ile;

“…Dava, İİK'nun 277 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davasına ilişkindir.

İcra ve İflas Kanununun 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarında amaç, borçlunun aciz ya da iflasından önce yaptığı ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da "iyiniyet kurallarına aykırılık" nedeniyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamaktır.

Bu davaların görülebilmesi için, diğer dava koşullarının yanında tasarrufun iptali istenilen işlemin borcun doğumundan sonra gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Öte yandan ticari yaşamda çeklerin vadeli ödeme aracı olarak da kullanıldığı bilinen bir gerçektir.

Somut olayda, dava dayanağı takibe konu çek tarihi 20.09.2011 tarihi olmakla birlikte, davacı vekili, davacı alacaklıya bu çekin süre gelen ticari ilişki nedeni ile verildiğini, borç kaynağı olarak gösterilen bir kısım faturaların 18.03.2011 tarihinde düzenlendiğini, bir kısım malların ise faturasız gönderildiğini belirtmiştir. Borçlunun takibe konu borç miktarı ile ilgili bir itirazı olmamış ve takip kesinleşmiştir.

Bu durumda, iptali istenilen takip dayanağı borcun doğum tarihi 18.03.2011 kabul edilerek bu tarihten sonra yapılan satışlar yönünden mahkemece, işin esasına girilerek taraf delilleri toplandıktan sonra oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, aksi düşüncelerle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Kabule göre ise, dava ön koşul yokluğundan red edildiğine göre Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7/2 maddesine göre maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekirken nisbi vekâlet ücretine hükmedilmesi de isabetsiz olmuştur…” gerekçesiyle sair yönler incelenmeksizin karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

Malatya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.03.2016 tarihli ve 2016/279 E., 2016/508 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçelere ilave olarak tasarrufun iptali talebiyle açılan ve dava konusu edilen taşınmazların davacı ile davalı arasındaki borç ilişkisinin doğumu tarihinden önce devredildiği, davacının icra takibine girişirken esas olarak dosyaya ibraz ettiği toplamda 120.000,00TL'lik asıl alacak miktarındaki çeklerin vade tarihlerinin 20.09.2011, 30.09.2011, 20.10.2011, 20.11.2011 olduğunu, taşınmazdan beş tanesinin 05.05.2011 tarihinde, diğerlerinin 26.05.2008, 24.12.2010, 24.08.2011 tarihlerinde devredildiği, dosyaya ibraz edilen en erken tarihlisi 18.03.2011 olan faturaların toplam bedelinin 30.838,36TL olduğu, davacının işbu çeklerin kaynağı olarak gösterilen faturaların bedeli ile çeklerin bedelinin birbirinden çok farklı rakamlar olduğu, aradaki bu büyük meblağ farkı gözetildiğinde bu çeklerin davacının iddia ettiği faturaların bedeli olarak verildiğini söylemek mümkün olmadığından borcun doğum tarihini ilk fatura tarihi olarak kabulüne imkân bulunmadığı, her ne kadar çeklerin ticari hayatta ileri tarihli olarak keşide edilmesi söz konusu olsa da davacının bahsettiği gibi aralarında başkaca bir alışveriş olmadığı beyanı da göz önüne alındığında; bu beyanın yanıltıcı olduğu, bu çeklerin iddia edilen faturalara karşılık olarak verilmiş olup olmadığı hususunu ispatlayamadığı, takip talebinin davalı borçlunun mernis adresine yapıldığı, sonrasında davalının bu adresten taşınmış olduğu ve tebligatın muhtara yapılmış olduğunun görüldüğü, hâl böyle iken davacının taşındığını bildiği bu adrese icra memurları ile haciz işlemi yapmak niyetiyle gittiği 04.04.2012 tarihli haciz tutanağında davalının adresten taşındığı dolayısıyla haciz yapılamadığı belirtilerek, işbu belgenin İİK’nın 105. maddesi anlamında aciz vesikası olarak kabul edilerek dava açılmış olduğu görülmekle, davacının dosyaya sunmuş olduğu işbu belgenin aciz vesikası olarak kabulünün mümkün olmadığı, davacının adresten taşındığını öğrendiği davalının başka adreslerini araştırmasının gerektiği, davalının mahkeme safhasında yapılan tebligatlara dayanak adreslere ulaşıldığı davalının bu noktada adresinin tespit edilebildiği gözetildiğinde davacının borçlunun başkaca adreslerinin araştırmasını yapması gerektiği, borçlunun taşındığı adreste yapılan haciz işleminin geçici aciz belgesi olmayacağı, dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddinin gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın görülebilirlik şartlarından olan geçici ya da kesin aciz vesikasının dosya kapsamında bulunup bulunmadığı,

Davanın görülebilirlik şartlarından olan iptali istenilen tasarruf işleminin borcun doğumundan sonra gerçekleşmiş olması gerektiği kuralının somut uyuşmazlık bakımından gerçekleşip gerçekleşmediği ve burada varılacak sonuca göre, iptali istenilen takip dayanağı borcun doğum tarihi 18.03.2011 kabul edilerek bu tarihten sonra yapılan satışlar yönünden mahkemece, işin esasına girilerek taraf delilleri toplandıktan sonra oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

Dava, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali istemine ilişkindir.

Tasarrufun iptali davası; “borçlunun alacaklısını zarara uğratmak kastıyla mal varlığından çıkarmış olduğu, mal ve hakların veya bunların yerine geçen değerlerin tasarruftan zarar gören alacaklının alacağını elde etmesi amacıyla dava açarak tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlayan bir dava,” kısaca borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak için yaptığı tasarruflarını, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüzleştirmeye yönelik bir dava olarak tanımlanabilir. İptal davasının amacı bir alacağı ödememek için, mal varlığını azaltıcı veya artışını önleyici nitelikte, borçlu tarafından yapılan bir taraflı hukuki işlemler ve fiillerle, borçlunun amacını bilen veya bilmesi gereken kişilerle yaptığı tüm hukuki işlemleri, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüz sayarak işlem konusu mal veya hakkı hâlen borçluya aitmiş gibi, cebrî icra yolu ile alacaklının alacağını almasına olanak sağlamaktır (Güneren, A: İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, Ankara 2012, s. 39, 40). Yeri gelmişken hemen belirtmek gerekir ki; tasarrufun iptali davası hukuki niteliği itibari ile dava konusu malın aynına ilişkin olmayıp, şahsi bir davadır.

İİK'nın 278, 279 ve 280. maddelerinde düzenlenen ve iptal davasının konusunu teşkil eden tasarruflar genel olarak üç grupta toplanmıştır. Bunlar; karşılıksız (ivazsız) yapılan tasarruflar, aciz hâlinde iken ve bundan ötürü yapılan tasarruflar ve olağan durumlarda borçlunun yapmayacağı işlemlerle malvarlığında eksiltme yaratan tasarruflardır. Ancak, bu maddelerde iptal edilebilecek bütün tasarruflar tahdidi olarak sayılmış değildir. Kanun iptale tabi bazı tasarruflar için genel bir tanımlama yaparak hangi tasarrufların iptale tabi olduğu hususunun tayinini hâkimin takdirine bırakmıştır (m. 281). Dava dilekçesinde İİK'nın 278, 279 ve 280. maddelerinden hangisine istinaden iptal istendiğinin belirtilmesi de zorunlu değildir. Hatta bu maddelerden biri gösterilmiş olsa bile mahkeme bununla bağlı olmayıp, diğer maddelerden birine dayanarak iptal kararı verebilir. Bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.11.1987 tarihli ve 1987/15-381 E., 1987/ 873 K. sayılı kararında da açıklanmıştır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinde belirtilen ve bütün davalar bakımında geçerlilik taşıyan dava şartlarının yanında tasarrufun iptali davasında, bu davaya özgü birtakım özel dava koşulları da bulunmaktadır. Bu tür davaların dinlenebilmesi için davacının davalı borçluda gerçek bir alacağının bulunması, borçlu hakkında yapılan icra takibinin kesinleşmiş olması, iptal konusu tasarrufun borcun doğumundan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış aciz belgesinin bulunmasıdır. Açılan tasarrufun iptali davasında taraf oluşumu gerçekleşmişse, hâkim, öncelikle, dava koşullarının (şartları) varlığını kendiliğinden inceler. Çünkü, iptal davasının esasına girilebilmesi için dava koşullarının bulunması gerekir. İlk önce, mahkemeye ilişkin dava koşulları, sonra taraflara ilişkin dava koşulları, dava süresinde açılmışsa son olarak dava konusuna ilişkin dava koşulları ve iptal davasına özgü dava koşulları incelenir. Dava koşullarından birisi yoksa mahkemece davanın esasına girilmeden davanın dava koşulu yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilir (Güneren, s.466). Bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 02.03.2005 tarihli ve 2005/15-100 E., 2005/119 K., 30.04.2019 tarihli ve 2017/17-1791 E., 2019/498 K. sayılı kararlarında da ayrıntılı biçimde açıklanmıştır.

Genel haciz yolu ile takipte, bağımsız olarak açılan tasarruf iptal davası koşullarından birisi de, davaya dayanak yapılan icra dosyasında borçlu hakkında alınmış aciz belgesinin bulunmasıdır. Çünkü haciz yoluyla yapılan takipte alacağın kısmen veya tamamen ödenmediği, ancak aciz belgesinin varlığı ile saptanabilir. Alacaklının yapılan her takip için o takip dosyasından verilmiş aciz belgesini mahkemeye sunması gerekir (Güneren, s. 626 vd.). Hemen burada aciz belgesinin ne olduğunu açıklamakta fayda bulunmaktadır. Aciz belgesi borçlunun mal varlığının alacaklının alacağını karşılamaya yetmediğini gösteren tek ispat aracıdır. Haczedilen taşınır ve taşınmazlar hakkında, haczin yapıldığı mahalde haczi yapan memur tarafından bir tutanak düzenlenir. İİK’nın 102. maddesine göre haciz tutanağına alacaklı ve borçlunun ad ve soyadları, alacağın miktarı, haczin yapıldığı gün ve saat, haczedilen malların cins ve miktarı ile kıymetleri ve varsa üçüncü kişilerin iddiaları yazılarak haczi yapan memur tarafından imza edilir. Ayrıca hazır bulunan alacaklı varsa vekili, borçlu, yediemin ve bilirkişiler de tutanağı imza ederler. Borçlunun haczedilen malları alacağı karşılamaya yeterli olmazsa veya haczi kabil mal bulunmazsa bunlar da tutanağa yazılır (İİK, m. 102/son). Alacaklı veya borçlu haciz sırasında hazır değilse, kendilerine tebligat yapılarak üç gün içinde tutanağı inceleyip diyecekleri varsa bildirmeleri için davet olunurlar (İİK, m 103). Bu üç günlük süre yapılan haciz işlemine karşı şikâyet süresinin başlamasını sağlamak amacına yöneliktir. İcra dairesince takdir edilen kıymete göre haczedilen malların alacağı karşılamadığı anlaşılırsa buna ilişkin haciz tutanağı da geçici aciz belgesi sayılır (m.105/2). Eş söyleyişle, haciz sırasında borçlunun bir kısım malları bulunmasına karşın, bunların takdir edilen kıymetine göre takibe konu alacağı karşılamaya yetmediği anlaşılırsa, buna ilişkin haciz tutanağı geçici aciz belgesi sayılır. Borçlunun haczi kabil malı bulunmadığının haciz tutanağında açıkça yazılı olması gerekir. Aksi hâlde tutanak aciz belgesi niteliği taşımaz. Kesin aciz belgesinde de olduğu gibi borçluya ayrıca aciz belgesi verilmez. Buna ilişkin haciz tutanağı geçici aciz belgesi hükmündedir. Alacaklıya İİK’nın 277. maddesinde yazılı hakları verir. Yani iptal davası açma hakkı verir. Geçici aciz belgesi kesin aciz belgesinden farklı olarak İİK’nın 68. maddesi anlamında borç ikrarını havi bir senet niteliğinde değildir.

Kesin aciz belgesine gelince; icra takibi sonucunda paraların paylaştırılmasından sonra alacaklıya verilen belgeye kesin aciz belgesi denir. Bu belge İİK’nın 143. maddesinde açıklanmıştır. Bu belge İİK’nın 68. maddesi anlamında borç ikrarını havi bir senet mahiyetinde olup alacaklıya iptal davası açma hakkını verir. Ayrıca haciz sırasında borçlunun haczedilebilir hiçbir malı bulunmazsa bunu belgeleyen haciz tutanağı da İİK’nın 143. maddesi anlamında kesin aciz belgesi niteliğindedir. Bu tutanak doğrudan doğruya kesin aciz belgesi yerine geçtiğinden alacaklıya ayrıca bir aciz belgesi verilmez. İcra memurunun borçlunun haczi kabil malının bulunup bulunmadığını araştırması ve haciz tutanağında açıkça göstermesi gerekir. Şayet borçlunun haczedilebilir malının bulunduğu anlaşılmışsa kesin aciz belgesi verilemez.

Aciz belgesine dayanılarak açılan iptal davası sırasında aciz belgesinin iptali için dava açıldığı ileri sürülürse ve belgelenirse açılan bu davanın tasarrufun iptali davasının sonucuna etkisi olacağından ön mesele yapılması gerekir.

Aciz belgesinin alacaklının yaptığı icra takibi ile ilgili olması gerekir. Bir başka alacaklının kendi alacağı ile ilgili olarak alınan aciz belgesine dayanılarak iptal davası açılamaz. Yargıtay uygulaması yerleşik olarak bu yöndedir. Aciz belgesi borçlunun mal varlığının alacaklının alacağını karşılamaya yetmediğini gösteren tek ispat aracı olduğundan, aciz belgesine rağmen ve bu belge dava yoluyla iptal edilmedikçe borçlu; mal varlığının alacaklının alacağını karşılayabileceğini ileri süremez. Alacaklının bu belgelere dayanarak tasarrufun iptali davası açması mümkündür. Aciz belgesi niteliğindeki haciz tutanağı İİK’nın 8. maddesi gereğince “aksi sabit oluncaya kadar geçerli belge” niteliğindedir. Açılan iptal davasında davacının dayandığı aciz belgesi şikâyet veya itiraz yoluyla icra hâkimliğince ortadan kaldırılmadıkça mahkemece gerek resen gerekse davalının savunması doğrultusunda usulüne uygun şekilde düzenlenmiş olup olmadığı konusunda inceleme yapılamaz. Bu nedenle hukuken geçerliliğini muhafaza eden aciz belgesinin varlığı hâlinde borçlunun borcu karşılayacak başka mallarının bulunduğu, yeterli araştırma yapılmadan aciz vesikası düzenlenmiş olduğu iddiası dinlenemez.

Borçlu hakkında aciz vesikası alınmamakla birlikte, borçlu kayıp ve adresi saptanamıyor, tebligatlar da ilanen yapılıp, hakkında birçok takip bulunuyorsa bu takdirde aciz hâli gerçekleşmiş sayılır. Aciz belgesinin varlığı davanın dinlenebilmesi için ön koşul olduğundan bu husus mahkemece resen (kendiliğinden) araştırılmalıdır. Ne var ki, kesin veya geçici aciz belgesinin varlığı davanın ön koşulu ise de, bunun davanın açılmasından önce alınması zorunlu değildir. Davanın açılmasından sonra alınabileceği gibi temyiz aşamasında ve hatta bozmadan sonra bile alınıp ibraz edilmesi yeterli olur. Önemli olan husus bu belgenin davanın açılmasından önceki bir takibe dayalı olmasıdır. Karar kesinleşinceye kadar alınıp ibraz edilmesi mümkündür. Mahkemece dava açıldığı sırada aciz belgesinin yokluğundan dolayı davanın reddi mümkün değildir. Dava sürerken ikmali olanaklı dava şartlarındandır. Dava ekonomisi bu düşüncenin altında yatan en önemli nedendir. Yargıtay’ın sapma göstermeyen, yerleşik uygulaması da bu yöndedir.

Somut olayda, borçlu hakkında yapılmış birden fazla takip bulunduğu, davaya konu her iki takip dosyasından da borçlunun kayıp ve adresinin saptanamadığının anlaşıldığı, saptanan ve bilinen adreslerinde de icraca haczi kabil malının bulunmadığının tespit edildiği, yine davalı borçlu adına tapu sicil müdürlüğü, bankalara ve üçüncü kişilere yazılan haciz yazılarından borçlunun malı olmadığının belirtildiği anlaşılmıştır. Bu durumda borçlu hakkında alınmış aciz belgesinin bulunduğu konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Eş söyleyişle, yerel mahkemece dava ön şartının bulunmadığına yönelik olarak sunulan gerekçelerden ilki olan aciz belgesinin yokluğu durumunun somut olayda gerçekleşmediği açıktır. Özel Daire bozma kararında aciz belgesinin varlığı kabul edilmiş ve yerel mahkemece sunulan ikinci gerekçeye ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. Zira yerel mahkemece ayrıca dava konusu edilen taşınmazların davacı ile davalı arasındaki borç ilişkisinin doğumu tarihinden önce devredildiği ikinci bir gerekçe olarak belirtilmiştir.

Tasarrufun iptali davasının görülebilmesi için, diğer dava koşullarının yanında tasarrufun iptali istenilen işlemin borcun doğumundan sonra gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Mahkemece bu ön koşul resen araştırılacak ve gerçekleşmediği takdirde işin esası hakkında hüküm kurulamayacaktır. Alacaklının, borçlanmanın gerçekleştiği tarihteki, borçlunun malvarlığına güvenerek işlem yaptığı göz önüne alınarak, borcun doğumundan önceki tasarruflar iptal davasına konu edilemez. İşte bu nedenle, borcun hangi tarihte doğduğunun ve borcun doğumuna ilişkin hukuksal nedenin araştırılması gerekir.

6762 sayılı TTK’nın 707. maddesine göre; “Çek, görüldüğünde ödenir. Buna aykırı her hangi bir kayıt yazılmamış hükmündedir. Keşide günü olarak gösterilen günden önce ödenmek için ibraz olunan bir çek ibraz günü ödenir.” Bilindiği gibi, çeklerde düzenleme tarihinin gösterilmesi zorunludur (6102 sayılı TTK, m. 780, 6762 sayılı TTK, m. 692). Düzenlenme tarihi bulunmadığı takdirde ilgili senet Kanunun aradığı diğer bütün unsurlara sahip olsa dahi çek vasfını kazanamaz (6102 sayılı TTK, m 781/1, 6762 sayılı TTK, m 693 ). Kanun koyucu çeklerde düzenlenme günü olarak gösterilen tarihin, senedin gerçek düzenlenme günü olmasını aramamıştır. Kanun koyucunun bu konudaki suskunluğu, hiç şüphesiz, ileri tarihli çek düzenlenmesine imkân veren hâllerden birisidir. 6762 sayılı TTK’nın 707/2 (6102 sayılı TTK’nın 795/2.) maddesinde düzenlenme günü olarak gösterilen günden önce ödenmek için muhatap bankaya ibraz olunan bir çekin ibraz günü ödeneceği ifade edilerek, Türk hukukunda ileri tarihli çek düzenlenmesi zımnen kabul edilmiştir. Bu madde ile kanun koyucu, ileri tarihli çek düzenlenmesinin bir nevi müeyyidesi olarak bir çekin üzerinde yazılı düzenlenme tarihinden önce muhatap bankaya ibrazı hâlinde karşılığı varsa ödeneceğini açıkça kabul ederken, zımnen de bir çekin düzenlenme günü olarak gösterilen tarihten önce ileri tarihli olarak tedavüle çıkarılabileceğini ve bu tip bir senedin diğer kanuni unsurlara sahip olmak kaydıyla çek sayılacağını belirtmiştir.

Çeklerde vade olmayacağı kural ise de, uygulamada ticarî yaşamda ileri bir tarihte keşide edilmiş gibi çek düzenlendiği, bu tip çeklerin yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir. Uygulamada ve öğretide bu gibi hâllerde borcun; vade, ibraz ya da takip tarihlerinden önce doğduğu iddiasının varlığı hâlinde, borcun gerçek doğum tarihinin tespitinin gerektiği kabul edilmiştir. Hukuk Genel Kurulunun 26.06.2002 tarihli ve 2002/15-543 E., 2002/552 K. sayılı kararında belirtilen ilke kapsamlı bir şekilde açıklanmıştır. Ayrıca, Çek Kanunu’na 6273 sayılı Kanunla eklenen geçici madde 3/5. fıkrası ile 31 Aralık 2020 tarihine kadar çekin ödenmek için üzerinde yazılı düzenlenme tarihinden önce muhatap bankaya ibrazının geçersiz olacağı öngörülmüş; böylece, kanun koyucu bu fıkra ile de ileri tarihli çek düzenlenebileceğini; ancak bu çeklerin üzerlerinde yazılı düzenlenme tarihinden önce muhatap bankaya ödenmeleri için ibraz edilmelerinin mümkün olmadığını; buna rağmen ibrazları hâlinde bu fıkranın söz konusu düzenlemesinin sonucu olarak 6102 sayılı TTK’nın 795/2. ( 6762 sayılı Kanunun 707/2 ) maddesine aykırı olarak muhatap bankaca ödenmelerinin mümkün olamayacağını kabul etmiştir. Böylece geçici madde 3/5. fıkrasında öngörülen bu düzenleme ile 31 Aralık 2020 tarihine kadar 6102 sayılı TTK’nın 795/1. ve 2. fıkraları ile Çek Kanununun 3/8. fıkrasının uygulanması dondurulmuştur. Geçici madde 3/5. fıkrası uyarınca çeklerin üzerlerinde yazılı düzenlenme tarihlerinden önce muhatap bankaya ibraz edilerek "kırdırtmalarının" mümkün olmadığının da kabulü gerekir. Zira, yukarıda belirtildiği gibi, söz konusu fıkra uyarınca çeklerin üzerlerinde yazılı düzenlenme tarihinden önce muhatap bankaya ibraz edilmeleri ve ödenmeleri mümkün değildir (Bozer., A Göle. C: Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 2018, s. 324vd).

Somut olayda, mahkemece davaya dayanak yapılan takibe konu çeklerden tarihi en erken olanına göre iptali istenen tasarrufların borç doğmadan önce yapıldığı belirtilmiş ise de, davacı vekili, davacı alacaklıya bu çekin süre gelen ticari ilişki nedeni ile verildiğini, takip konusu çek miktarı kadar malın borçluya gönderildiğini, borç kaynağı olarak gösterilen bir kısım faturaların 18.03.2011 tarihinde düzenlendiğini, bir kısım malların ise faturasız gönderildiğini belirtmiştir. Borçlunun takibe konu borç miktarı ile ilgili bir itirazı olmamış ve takip kesinleşmiştir. Davalılar vekili 03.07.2013 havale tarihli beyan dilekçesinde, davacı tarafından sunulan faturaların müvekkilinin ticari defterlerinde kayıtlı olduğunu, ancak takibe konu edilen çeklerle söz konusu faturaların ilgisinin bulunmadığını, miktar olarak uyuşmadıkları gibi fatura karşılıklarının da gününde ödendiği savunulmuştur. Bu durumda davacı alacaklı ile davalı borçlu arasındaki temel ilişkinin çok daha önce başladığı, dosya kapsamındaki beyanlar ile takibe konu edilen çekler ve sunulan faturalardan da görüleceği gibi tarafların devamlılık arz eder şekilde davaya konu tasarruf öncesinde iş yaptıklarını da göstermektedir. Bu durumda, iptali istenilen takip dayanağı borcun konusunu oluşturan temel ilişkinin başlama tarihi 18.03.2011 kabul edilerek bu tarihten sonra yapılan satışlar yönünden mahkemece, işin esasına girilerek taraf delilleri toplandıktan sonra oluşacak sonuca göre karar verilmelidir.

Özel Daire bozma kararındaki 2 numaralı bent kabule göre bozma yapıldığından uyuşmazlık kapsamına alınmamış olup, bozma neden ve şekline göre bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Öte yandan, göreve ilişkin olan kurallar kamu düzenine ilişkin olmakla, yerel mahkemece davanın tüketici mahkemesi sıfatıyla görülmesine yönelik bir ara karar oluşturulmadığı, ilk kararda da bu sıfata yer verilmediği gözetilerek direnme kararındaki gerekçeli karar başlığında “Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla” ibaresinin hataen yer aldığı kabul edilmiştir. Mahkemenin sıfatına ilişkin ibarenin kaldırılması gerektiği, bu husus ve yine gerekçeli karar başlığında dava tarihinin yanlış olarak belirtilmiş olması hususu mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde bulunduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.

Hâl böyle olunca direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmelidir.

IV. SONUÇ

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 14.01.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.