Muris Muvazaası - Mal Kaçırma Kastı
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi
Esas No : 2016/5737
Karar No : 2019/4844
Karar Tarihi : 2019-09-26





Özet:

  • Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptal tescil istemine ilişkindir.
  • İnceleme konusu olaya gelince, dinlenen bir kısım davacı tanığı mirasbırakanın akit tarihinde sağlık durumunun iyi olduğunu ve mirasbırakanın eşinin dava konusu taşınmazı satmak istediğini söylediğini bildirmiş, diğer davacı tanığı ise satış işlemi hakkında bilgi sahibi olmadığını belirtmiştir.
  • Eldeki davanın kabulü halinde hak sahibi olacak diğer mirasçının davalı tanığı olarak alınan ifadesinden ise temlikin gerçek satış olduğu anlaşılmaktadır.
  • Kaldı ki, mal kaçırma kastı ile hareket etseydi mirasbırakanın terekesinde bulunan ev ve avlusu ile zeytinli tarla vasıflı iki adet taşınmazını da davalıya devredebileceği açıktır.
  • Bu somut olgular yukarıdaki ilkeler ışığında değerlendirildiğinde; davacının muvazaa iddiasının kanıtlandığını söyleyebilme olanağı yoktur. Hâl böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması isabetsizdir.

Taraflar arasında görülen tapu iptal ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 26.09.2019 Perşembe günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı vekili Avukat ... ile temyiz edilen davacı vekili Avukat ... geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

 -KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptal tescil istemine ilişkindir.

Davacı, mirasbırakanı ...'in 374 parseldeki 1/2 payını davalıya devrettiğini, mirasbırakan okuma-yazma bilmemesine rağmen satış akdine imza attırıldığını, temlikin mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak yapıldığını ileri sürerek satış işleminin iptali ile taşınmazın miras payı oranında adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, mirasbırakanın maddi açıdan sıkıntı yaşadığını, kendisinin ve ailesinin maddi durumunun iyi olması nedeni ile taşınmazı 45.000 TL bedelle 05.07.2010 tarihinde satın aldığını, satış bedelinin bir kısmının Ziraat Bankası ... şubesine yatırıldığını, bir kısmının da mirasbırakan ve eşine elden verildiğini, iddiaların doğru olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, uyuşmazlığın sulh hukuk mahkemesinin görev sınırında kaldığı gerekçesiyle verilen görevsizlik kararı Dairece ‘’...Bilindiği üzere, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda dava değerinin gayrimenkulün değerine göre belirleneceği öngörülmüştür. Bunun yanında, dava değerinin belirlenmesinde taşınmazın keşfen saptanacak gerçek değerinin esas alınacağı kuşkusuzdur. Öte yandan, görev kamu düzeniyle ilgili olup, yargılamanın her aşamasında resen gözetilmesi gereken bir usül kuralıdır. Hal böyle olunca, uzman bilirkişiler aracılığı ile mahallinde keşif yapılarak dava değerinin belirlenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi yerine, keşif yapılmaksızın yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.’’ gerekçesi ile bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, mirasbırakanın 18.07.2010 tarihinde öldüğü, geride eşi.... ve 1992 yılında ölen oğlu ...’ten olma torunu davacı ...’nin mirasçı olarak kaldığı, davalının dava dışı mirasçı ...’in kızı olduğu, mirasbırakanın 374 parseldeki ½ payının tamamını 05.07.2010 tarihinde davalıya satış suretiyle temlik ettiği, aynı akit ile ...’in de taşınmazdaki ½ payını davalıya devrettiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237., (Borçlar Kanunu'nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ile durumun aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Diğer taraftan, muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 190. maddesi ile Türk Medeni Kanununun (TMK) 6. maddesi uyarınca herkes iddiasını ispatla mükelleftir. Bir başka ifade ile temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı olduğunu ispat külfeti davacı tarafa aittir.

Somut olaya gelince, dinlenen bir kısım davacı tanığı mirasbırakanın akit tarihinde sağlık durumunun iyi olduğunu ve mirasbırakanın eşinin dava konusu taşınmazı satmak istediğini söylediğini bildirmiş, diğer davacı tanığı ise satış işlemi hakkında bilgi sahibi olmadığını belirtmiştir. Eldeki davanın kabulü halinde hak sahibi olacak diğer mirasçı ...’in davalı tanığı olarak alınan ifadesinden ise temlikin gerçek satış olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki, mal kaçırma kastı ile hareket etseydi mirasbırakanın terekesinde bulunan ev ve avlusu ile zeytinli tarla vasıflı iki adet taşınmazını da davalıya devredebileceği açıktır.

Bu somut olgular yukarıdaki ilkeler ışığında değerlendirildiğinde; davacının muvazaa iddiasının kanıtlandığını söyleyebilme olanağı yoktur.

Hâl böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması isabetsizdir.

Davalının yerinde görülen temyiz itirazının kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 02.01.2019 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 2.037.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26.09.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.