Markayı Kullanma Zorunluluğunun Başlangıcı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No : 2017/59
Karar No : 2021/106
Karar Tarihi : 2021-02-18





MAHKEMESİ :Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “marka hükümsüzlüğü” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

Davacı vekili; müvekkili adına 1983 yılından itibaren tescilli olan 77895 sayılı "LİBAS BEBE" ibareli markanın bulunduğunu, davalı adına tescilli olan 205429 sayılı "LİBAS" ibareli markanın "müşterilerin malları elverişli şekilde görmesi ve satın alması için çeşitli malların bir araya getirilmesi hizmetleri"ni kapsamadığı hâlde bu alanda kullanıldığını, bu eylemin müvekkilinin markasal haklarına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğini, ayrıca davalının markasını tescilli olduğu sınıflarda ise kullanmadığını, bu nedenle davalı markasının kullanmama nedeniyle hükümsüzlük şartlarının oluştuğunu ileri sürerek davalının eyleminin müvekkilinin markasına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğinin tespitine, durdurulmasına, men'ine, davalıya ait 205429 numaralı “LİBAS” ibareli markasının kullanmama nedeniyle hükümsüzlüğüne karar verilmesini dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

Davalı vekili; davacının aynı talebini Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Mahkemesinin 2007/16 E. sayılı dosyasında da ileri sürdüğünü, anılan dosyanın Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiğini, bu itibarla dava konusu hakkında kesin hüküm bulunduğunu, müvekkilinin 1969 yılından itibaren dünya çapında tanınmış markaların giyim ürünleri ve aksesuarlarını "LİBAS" hizmet markası altında satışa sunduğunu, müvekkilinin gerek tescil gerekse markanın ihdas edeni olarak "LİBAS" ibaresi üzerinde 35/08 sınıf da dahil olmak üzere önceye dayalı hak sahibi olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

Ankara 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 17.12.2013 tarihli ve 2012/235 E. 2013/261 K. sayılı kararı ile; tarafları aynı olan Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Mahkemesinin 15.11.2007 tarihli ve 2007/16 E., 2007/248 K. sayılı kararının işbu dava yönünden bir kesin hüküm oluşturmayacağı, zira anılan davanın 18.01.2007 tarihinde işbu davanın ise 31.10.2012 tarihinde açıldığı, davanın konusunun işbu dava tarihinden geriye doğru beş yıl süreyle kullanılmadığı vakıa ve iddiasına dayalı hükümsüzlüğün tespiti istemine ilişkin olduğu, davalı markasının tescilli olduğu 35/03 alt sınıf “Mağaza yönetimi ve mağaza zincirleri oluşturma, kurma” hizmetleri üzerinde 556 sayılı KHK’nin 14. maddesi anlamında kullanıldığına dair bir delil sunulmadığı, her ne kadar aynı sınıf içerisinde yer alsa da 35/08 alt sınıf “müşterilerin malları elverişli bir şekilde görmesi ve satın alması için çeşitli malların bir araya getirilmesi hizmetleri” ile davalı markasının tescili kapsamında kalan 35/03 alt sınıf “Mağaza yönetimi ve mağaza zincirleri oluşturma, kurma” hizmetlerinin aynı veya aynı tür hizmetler olduğunun kabul edilemeyeceği, davacının sonradan tescil ettirdiği markasına dayalı olarak davalının 1969 yılından itibaren süregelen markasal kullanımına engel olamayacağı, bu itibarla davalının 35/08 alt sınıf mağazacılık hizmetleriyle ilgili fiili kullanımlarının 556 sayılı KHK’nin 61 ve 9. maddeleri ile 6267 sayılı TTK’nin 54. vd. maddelerine göre davacının marka hakkına tecavüz ya da haksız rekabet oluşturmayacağı, davalı markasının kullanmama nedeniyle hükümsüzlüğüne dair verilen kararın da ulaşılan bu sonucu değiştirmeyeceği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile davalıya ait 205429 sayılı “LİBAS” ibareli markasının kullanılmaması nedeniyle tümüyle hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine, fazlaya ilişkin istemlerin reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 12.01.2015 tarihli ve 2014/14385 E., 2015/146 K. sayılı kararı ile; “…1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; davacı kullanmama nedeniyle davalı adına tescilli markanın hükümsüzlüğünü istemiştir. Taraflar arasında görülen ve aynı iddiaların ileri sürüldüğü Ankara 2. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi'nin 2007/16 E.-2007/248 K. sayılı dosyasında da kullanmama nedeniyle hükümsüzlüğü istenen 205429 sayılı marka hakkında "mağaza yönetimi ve mağaza zincirleri oluşturma, kurma" hizmetleri yönünden istemin reddine karar verilmiş olup kararın kesinleşmesinin üzerinden 556 sayılı KHK'nın 42/c maddesinde öngörülen 5 yıllık süre geçmediği gibi, anılan karar her ne kadar mahkemenin de kabulünde olduğu üzere kesin hüküm teşkil etmese de; kararda yer verilen "mağaza yönetimi ve mağaza zincirleri oluşturma, kurma hizmetlerinin davalının kendi faaliyetlerini yürüttüğü mağaza ile ilgili faaliyetleri de içerdiği, davalının bu hizmetler yönünden markayı menşeini garanti edecek şekilde ciddi biçimde kullandığı, bu nedenle belirtilen hizmetler açısından hükümsüzlük talebinin reddi gerektiği" yönündeki tespit taraflar arasında bağlayıcıdır. Bu itibarla, taraflar arasında görülen davada kesinleşen tespit gözetilerek dava konusu markanın hükümsüzlüğüne ilişkin talebin de reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

Ankara 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 23.06.2015 tarihli ve 2015/144 E., 2015/193 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçelere ek olarak, davalının markasını kullanıp kullanmadığının işbu dava tarihinden geriye doğru beş yıllık süreye göre tespit edilmesi gerektiği, zira davalının ilk (önceki) davanın açılmasından sonra gerçekleşen yeni beş yıllık sürede dava konusu markayı tescil kapsamındaki mal/hizmetler yönünden kullanma yükümlüğü altında olduğu, markayı kullanma zorunluluğunun önceki dava tarihi yerine kararın kesinleşmesi tarihine çekilmesinin davalıya ve genel olarak marka sahiplerine kullanma zorunluluğu bakımından yasada olmayan ilâve bir hoşgörü süresi tanımak anlamına geleceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının markayı kullanma zorunluluğunun başlangıç tarihi olarak daha önce Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Mahkemesinde açılan davanın, dava tarihinin mi yoksa kesinleşme tarihinin mi esas alınacağı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

Dava, 556 sayılı KHK’nin 42/1-c ve 14. maddeleri gereğince kullanmama nedenine dayalı marka hükümsüzlüğü veya iptali istemine ilişkindir.

Marka üzerindeki hak, mutlak bir hak olup, sahibine markanın başkası tarafından kullanılmasını yasaklamak da dahil inhisari hak ve yetkiler ile malvarlıksal (maddi) menfaatler ve sınırlı manevi haklar sağlar (Tekinalp, Ünal: Fikri Mülkiyet Hukuku, İstanbul, 2012, s. 381). Bu itibarla markanın kullanılması, tescil işlemi ile sağlanan korumayı devamlı kılan ve korumanın işlevselliğini temin eden önemli bir husustur. Markanın kullanılması marka sahibi için markadan beklenen en temel fonksiyon olan ayırt ediciliği sağlamak için bir hak olduğu gibi aynı zamanda tescilli markanın tescili kapsamında etkin biçimde korunabilmesi için öngörülmüş bir külfettir. Bu külfet ile marka sicilinde sadece şeklen var olan ancak kullanılmayan ve tescilli olması sebebiyle tescil kapsamında korunan markaların önüne geçebilmek amaçlanmaktadır (Bozgeyik, Hayri: Markanın Kullanılması ve Kullanmamaya Bağlanan Hukuki Sonuçlar, Prof. Dr. Fırat Öztan’a Armağan, Ankara 2010, s. 465).

Mülga 556 sayılı KHK’de tescilli markanın kullanılmasına ve kullanılmamasına bağlanan sonuçlar iki ayrı maddede düzenlenmişti. Bunlardan biri, “markanın kullanılması” başlığı altında yer alan 556 sayılı KHK’nin 14. maddesiydi. Anılan madde; “Markanın, tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde, haklı bir neden olmadan kullanılmaması veya bu kullanıma beş yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi hâlinde, marka iptal edilir. Aşağıda belirtilen durumlar markayı kullanma kabul edilir:

a) Tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştirmeden markanın farklı unsurlarla kullanılması,

b) Markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarında kullanılması,

c) Markanın, marka sahibinin izni ile kullanılması,

d) Markayı taşıyan malın ithalatı.” hükmünü haiz idi.

Tescilli markanın kullanılmamasına bağlanan bir diğer sonuç ise markanın hükümsüzlük hâllerinin düzenlendiği 556 sayılı KHK’nin 42. maddesinin 1-c bendinde yer almaktaydı. 556 sayılı KHK’nin 42/1-c maddesinde; 14. maddeye aykırı marka kullanımının markanın hükümsüzlüğüne sebep olacağı ve aykırılığın tespiti hâlinde yetkili mahkeme tarafından markanın hükümsüz sayılmasına karar verileceği düzenlenmişti. Ancak 556 sayılı KHK’nin 42/1-c maddesi; marka hakkının fikri ve sınai mülkiyet hakları kapsamında olması ve bu sebeple Anayasa’nın 91. maddesi doğrultusunda kanun hükmünde kararnameyle düzenlenemeyeceği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinin 09.04.2014 tarihli ve 2013/147 E., 2014/75 K. sayılı kararı ile iptal edilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin 556 sayılı KHK’nin 42/1-c maddesini iptal etmesi, markanın kullanılmamasına bağlanan yaptırımları etkileyen bir karar olsa da, bu karar neticesinde markanın kullanılmamasına bağlanan sonuca yönelik herhangi bir hukuki boşluk söz konusu olmamıştı. Zira her ne kadar kullanılmayan markanın hükümsüz kılınacağını ifade eden hüküm iptal edilmiş olsa da 556 sayılı KHK’nin 14. maddesinde kullanılmayan bir markanın iptal edileceği düzenlenmesi hâlâ yer almaktaydı. Ancak 556 sayılı KHK’nin 14. maddesi de marka hakkının fikrî ve sınaî mülkiyet hakları kapsamında olması ve bu sebeple Anayasa’nın 91. maddesi doğrultusunda kanun hükmünde kararnameyle düzenlenemeyeceği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinin 14.12.2016 tarihli ve 2016/148 E., 2016/189 K. sayılı kararı ile iptal edilmiş, iptal kararı 06.01.2017 tarihli ve 29940 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu iptal kararı ile artık mülga 556 sayılı KHK’de yer alan markanın kullanılması külfeti ve buna aykırılığa bağlanan markanın iptali yaptırımı ortadan kalkmıştır.

Anayasa’nın 153/5 maddesi gereğince Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, geriye yürümez. Bununla kastedilen husus Anayasa Mahkemesi kararının derhal etkisini göstereceği, 10.03.1969 tarihli ve 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde de belirtildiği üzere iptalin kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği ve ancak derdest olan henüz anlaşmazlık hâlinin devam ettiği uyuşmazlıkların iptalin kapsamına gireceğidir.

Bununla birlikte marka hakkının korunması amacıyla markanın kullanılmamasına bağlanan sonuçları da içinde barındıran 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu, 556 sayılı KHK’nin 14. maddesinin iptalinin yürürlüğe girmesinden dört gün sonra 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu itibarla SMK’nin yürürlüğe girme tarihinden dört gün önce 06.01.2017 tarihinde Anayasa Mahkemesinin 556 sayılı KHK’nin 14. maddesini iptal etmesiyle birlikte kullanılmayan markaların iptal edilmesi noktasında uygulanabilecek hüküm ortadan kalkmış ve ulusal mevzuatta bu hususta hukuk boşluğu ortaya çıkmıştır.

Hemen belirtilmelidir ki, Anayasa’nın 90/5 maddesinde usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu düzenlenmiştir. Bu itibarla markanın kullanılması kavramını düzenleyen Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar olan Paris Sözleşmesi’ne ve Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Antlaşması’na (TRİPS) bakılması gerekmektedir. Paris Sözleşmesi’nin 5/C-1 maddesi “Bir ülkede tescilli markanın kullanılması zorunlu ise, bu tescil ancak makul bir süre sonra ve ilgili kişinin faaliyete geçmemesi hususunda haklı gerekçe göstermesi durumunda iptal edilebilir.” şeklinde düzenleme içermektedir. Bununla birlikte TRİPS’in 19. maddesinde yer alan düzenleme ise; “Tescilin idame ettirilmesi için markanın kullanılması gerekli ise, tescil sahibi tarafından markanın kullanılmasını önleyen engellerin varlığına dayalı olarak geçerli nedenler ileri sürülmedikçe, tescil ancak markanın kullanılmadığı kesintisiz en az üç yıllık bir süre geçtikten sonra iptal edilebilir…” şeklindedir. Görüldüğü üzere her iki uluslararası antlaşmada da markayı kullanma doğrudan bir zorunluluk olarak öngörülmemiş, sadece iç hukukta bu hususta bir düzenleme olması koşuluyla doğacak sonuçlar düzenlenmiştir. Bu bakımdan 556 sayılı KHK’nin 14. maddesinin iptal edilmesiyle birlikte iç hukukumuzda uygulanabilecek bir düzenleme mevcut olmadığı için uluslararası antlaşmalar da hukukumuz açısından uygulanabilecek nitelikte değildir.

Somut olayda; dava 31.10.2012 tarihinde açılmış, mahkemece, kullanmama nedenine dayalı olarak 556 sayılı KHK’nin 14. maddesi gereğince davalı markasının iptaline karar verilmiştir. Özel Dairenin bozma kararı sonrasında mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Mahkeme kararının kesinleşmesinden önce 556 sayılı KHK’nin 42/1-c maddesi Anayasa Mahkemesinin 09.04.2014 tarihli ve 2013/147 E., 2014/75 K. sayılı kararı ile, 556 sayılı KHK’nin 14. maddesi ise Anayasa Mahkemesinin 14.12.2016 tarihli ve 2016/148 E., 2016/189 K. sayılı kararı ile iptal edilmiş olup, iptal kararları sırasıyla 24.07.2014 ve 06.01.2017 tarihlerinde Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.

Bu itibarla Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yayımlandığı 06.01.2017 tarihinden önce açılan ve henüz kesinleşmemiş olan kullanmama nedenine dayalı markanın iptali davalarında uygulanacak, ulusal mevzuatta ve uluslararası sözleşmelerde yaptırım hükmü bulunmadığından eldeki davanın reddi gerekmektedir. Zira marka hakkının temel haklardan olan mülkiyet hakkı kapsamında olduğu ve Anayasa’nın 13. maddesi gereğince temel hakların ancak kanun ile sınırlandırılabileceği gözetildiğinde hâkimin hukuk yaratması yoluyla kullanmama nedeniyle iptal kararı vermesi de mümkün değildir.

O hâlde direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmektedir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.02.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.