İsim Belirtilmeyen ve Muhatabı Açık Olmayan Paylaşımlar Hakaret Suçunun Unsurlarını Taşımamaktadır
Yargıtay 4. Ceza Dairesi
Esas No : 2023/4955
Karar No : 2025/12463
Karar Tarihi : 2025-07-02





Özet:

Sanık, sosyal medya hesabından “sizin suç saydığınız şeyler sizin işlediğiniz suçlardır; hırsızlık, katillik, kafa kesmek ve tecavüz etmek ne varsa sizde var” şeklinde paylaşım yapmıştır. Yerel mahkeme, bu sözleri hakaret kabul ederek sanık hakkında mahkûmiyet kararı vermiştir. Yargıtay’ın Değerlendirmesi: Türk Ceza Kanunu m.126’ya göre hakaret suçunda matufiyet şartı aranır. Yani sözlerin, duraksamaya yer vermeyecek biçimde belirli bir kişiye veya mağdura yöneltilmiş olması gerekir. Somut olayda, paylaşımda isim belirtilmemiştir ve muhatabın kim olduğu açık değildir. Bu nedenle, matufiyet şartı açıklanmadan verilen mahkûmiyet kararı yetersiz gerekçeli ve hukuka aykırıdır. Sonuç: Sanığın paylaşımı, muhatabı belirli olmadığı için hakaret suçunun unsurlarını oluşturmaz. Mahkûmiyet kararı Yargıtay tarafından bozulmuştur.

 

Yapılan ön inceleme neticesinde; sanık hakkında kurulan hükmün temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteminin süresinde yapıldığı, temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği ve temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı, birleşen İstanbul Anadolu 45.Asliye Ceza Mahkemesinin 2019/292 Esas, 2019/332 Karar sayılı dosyası ile ilgili zamanaşımı süresi içerisinde değerlendirilme yapılabileceği tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

I. HUKUKÎ SÜREÇ

Sanık hakkında Cumhurbaşkanına hakaret suçundan, İlk Derece Mahkemesince kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik istinaf başvurusunun, Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine karar verilmiştir.

II. TEMYİZ SEBEPLERİ

Sanık müdafiinin temyiz sebepleri özetle; paylaşımların ifade özgürlüğü kapsamında kaldığına, sanığın hakaret kastının bulunmadığına ve resen gözetilecek nedenlere ilişkindir.

III. GEREKÇE

Sanık müdafiinin belirttiği hukuka aykırılık nedenleri ve 5271 sayılı Kanun'un 289. maddesinde sayılan kesin hukuka aykırılık halleri de gözetilerek maddi ceza hukukuna ilişkin sair yönlerden yapılan incelemede, başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak;

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.10.2008 tarihli ve 170-220 sayılı kararında da belirtildiği üzere; hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Somut bir fiil ya da olgu isnat etme veya sövme şeklindeki seçimlik hareketlerden biri ile gerçekleştirilen eylem, bireyin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte ise hakaret suçu oluşacaktır.

Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövme fiilini oluşturması gerekmektedir.

İnsanın serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, savunabilmesi ve yayabilmesi olarak kabul edilen, ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır.

Anayasa'nın 26. maddesinde, "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir. Bunun yanında, bu hak, birçok uluslararası belgeye ve mahkeme kararına da konu olmuştur.

Türkiye'nin de yargılama yetkisini kabul ettiği AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 10. maddesinin 2. paragrafı saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil, incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu pek çok kararında yinelemiştir. AİHM'e göre ifade özgürlüğü, yokluğu halinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.

Bununla birlikte, ifade özgürlüğü de mutlak ve sınırsız değildir. Bu hak kullanılırken bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal edecek tutum ve davranışlardan kaçınılması hem ulusal hem de uluslar arası mevzuatlarda yer almaktadır.

Nitekim Anayasa'nın 26. maddesinde koruma altına alınan ifade özgürlüğü, aynı maddenin 2. fıkrasında belirtilen sebeplerle sınırlandırılabilir. Dolayısıyla anılan madde ile Anayasanın 13. maddesine göre, ifade özgürlüğüne yönelik sınırlamalar ancak kanunla yapılabilir ve demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz.

Siyasetçilere yönelik eleştirilerin izin verilen sınırlarının özel kişilere nazaran daha geniş olduğu gerek iç hukukumuzda gerekse uluslararası mahkeme kararlarında yerleşmiş bir ilkedir. Bu ilkenin gerekçesi, siyasetçilerin, özel kişilerden farklı olarak, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açık olan, kamuoyuna mal olmuş kişi haline gelmeyi bilerek tercih etmeleridir.

Açıklamalar ışığında, somut olayda; sanığın iddianameye konu ''sizin suç saydığınız şeyler sizin gerçekte işlediğiniz suçlardır. Hırsızlık, katillik, kafa kesmek ve tecavüz etmek ne varsa sizde var.'' şeklindeki paylaşımına konu sözlerin isim belirtilmeden söylendiği, muhatabının kim olduğunun, 5237 sayılı Kanun'un 126. maddesinde de belirtildiği üzere duraksamaya yol açmayacak bir şekilde mağdurun şahsına yönelik olduğunun anlaşılamaması karşısında, matufiyet şartının olayda ne şekilde gerçekleştiği açıklanmadan yetersiz gerekçeyle mahkumiyet kararı verilmesi, sanığın diğer paylaşımlarının ise, muhatabın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, siyasi ve ağır eleştiri niteliğinde olduğu dolayısıyla hakaret suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığı düşünülmeden, sanığın mahkumiyetine karar verilmesi,

Kabule göre de;

UYAP sistemi üzerinden yapılan incelemede, sanığın, aynı mağdura karşı İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 24.03.2016 tarih ve 2016/13779 Esas sayılı iddianamesiyle, suç tarihi "11.09.2015" olarak gösterilen Cumhurbaşkanına hakaret suçundan açılan davaya ilişkin İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 2016/205 Esas, 2017/535 Karar sayılı dosyası kapsamında yapılan yargılama sonucunda sanık hakkında mahkumiyet kararı verildiği anlaşılmakla, bahse konu dava dosyasının onaylı bir sureti dosya içerisine alınıp, her iki dosyanın iddianame tarihleri ve suç tarihleri gözetilerek, eylemlerin hukuki kesintiden önce ya da sonra işlenip işlenmediğinin belirlenmesi ve gerektiğinde birleştirme kararı da verilip, mükerrer dava açılıp açılmadığı veya eylemlerin bütününün 5237 sayılı Kanun'un 43. maddesi kapsamında kalıp kalmadığının tespitinden sonra sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Hukuka aykırı bulunmuştur.

IV. KARAR

Gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin temyiz istemi yerinde görüldüğünden, Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi kararının 5271 sayılı Kanun’un 302/2. maddesi gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA, yeniden hüküm kurulurken 5271 Sayılı Kanun'un 307/5. maddesi uyarınca cezayı aleyhe değiştirme yasağının gözetilmesine,

Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun'un 304. maddesi uyarınca İstanbul Anadolu 62. Asliye Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,

07.2025 tarihinde karar verildi.