Direnme Kararı Gerekçeli Olmalıdır
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No : 2017/1968
Karar No : 2021/31
Karar Tarihi : 2021-02-04





MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “hizmet tespiti" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 3. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davacılar ile davalılardan ... vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

Davacılar vekili dava dilekçesinde; 06.01.2011 tarihinde vefat eden müvekkillerinin murisi Taner Kızılbuğa’nın davalı şirkete ait işyerinde 2006 yılı Eylül, Ekim, Kasım ve Aralık aylarında çalıştığını, 01.01.2007 tarihinde işten çıkarıldığını, haklarını alamadığı için davalı işvereni Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına şikayet ettiğini, öte yandan müvekkillerinin maaş bağlanması için Kuruma başvurduğunu, Kurum tarafından murisin davalı işyerinde geçen çalışmalarının bildirilmemesi ve prim ödenmemesi nedeniyle maaş bağlanmadığını, davalı şirkete bu konuda çekilen ihtarnamenin de sonuçsuz kaldığını ileri sürerek, murisin davalı işyerinde geçen ve Kuruma bildirilmeyen hizmetlerinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

Davacılar vekili, bilirkişi raporlarında belirlenen 20.09.2006-24.03.2007 tarihleri arasındaki hizmet süresinin talep edilenden yaklaşık 3 ay daha fazla olduğunu ileri sürerek bu sürenin de tespiti istemiyle Ankara 3. İş Mahkemesinde dava açmış ve bu davanın Ankara 3. İş Mahkemesinin 2012/141 Esas sayılı davası ile birleştirilmesini talep etmiştir.

Ankara 3. İş Mahkemesinin 01.11.2013 tarihli ve 2013/1713 E., 2013/1172 K. sayılı kararı ile davanın, eldeki dava ile birleştirilmesine karar verilmiştir.

Davalı Cevabı:

Davalı ... (SGK/Kurum) vekili cevap dilekçesinde; Kurum kayıtlarında murisin davalı işyerinde çalıştığına ilişkin bilgi ve belge bulunmadığını, bu nedenle ve hak düşürücü sürenin geçmiş olması sebebiyle davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Davalı ... San. Tic. Ltd. Şti vekili cevap dilekçesinde; davacıların murisinin iddia edilen dönemde davalı işyerinde çalışması bulunmadığını, müvekkili şirkete uygulanmış bir ceza da mevcut olmadığını, kaldı ki hak düşürücü sürenin geçtiğini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

Ankara 3. İş Mahkemesinin 08.07.2014 tarihli ve 2012/141 E., 2014/1113 K. sayılı kararı ile; 26.03.2007-24.04.2007 tarihleri arasında murise yapılan ödemelere ilişkin belgelerin gönderilmesi için davalı şirkete yazılan müzekkereye cevap verilmediği, dosyadaki bilgi ve belgelere, tanık anlatımlarına ve özellikle işyerinin idare bölümünde çalışan aynı zamanda murisin işe girmesine yardımcı olan tanık ...’nin 20.11.2012 tarihli duruşmadaki beyanına göre murisin davalı şirkete ait işyerinde 20.09.2006-24.03.2007 tarihleri arasında hizmet akdi ile ve asgari ücretle çalıştığı, ancak murisin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ankara Bölge Müdürlüğüne yaptığı şikayet başvurusunda belirttiği tarihlerin bağlayıcı olduğunun kabul edilmesi hâlinde ise, davalı işyerinde 01.01.2007-24.03.2007 tarihleri arasında çalıştığının benimsenmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile, murisin 20.09.2006-24.03.2007 tarihleri arasında davalı şirkete ait işyerinde çalıştığının tespitine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

Ankara 3. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı ile davalılardan SGK vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince 29.09.2015 tarihli ve 2014/23107 E., 2015/17156 K. sayılı kararı ile; “…Dava, davacı murisi Taner Kızılbuğa' nın 20.09.2006- 24.03.2007 tarihleri arasında davalı işyerinde geçen ve Kuruma bildirilmeyen sigortalı çalışmalarının tespiti istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile davacı murisinin 20.06.2006- 24.03.2007 tarihleri arasında geçen ve Kuruma bildirilmeyen sigortalı çalışmalarının tespitine karar verilmiştir.

Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı yasanın 79. maddesi bu tip hizmet tesbiti davaları için özel bir ispat yöntemi öngörmemiş ise de davanın niteliği kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerektiği Yargıtay'ın ve giderek Dairemizin yerleşmiş içtihadı gereğidir. Bu tür davalarda öncelikle davacının çalışmasına ilişkin belgelerin işveren tarafından verilip verilmediği yöntemince araştırılmalıdır. Bu koşul oluşmuşsa işyerinin gerçekten var olup olmadığı kanun kapsamında veya kapsama alınacak nitelikte bulunup bulunmadığı eksiksiz bir şekilde belirlenmeli daha sonra çalışma olgusunun varlığı özel bir duyarlılıkla araştırılmalıdır. Çalışma olusu her türlü delille ispat edilebilirse de çalışmanın konusu niteliği başlangıç ve bitiş tarihleri hususlarında tanık sözleri değerlendirilmeli, dinlenen tanıkların davacı ile aynı dönemlerde işyerinde çalışmış ve işverenin resmi kayıtlara geçmiş bordro tanıkları yada komşu işverenlerin aynı nitelikte işi yapan ve bordrolarına resmi kayıtlarına geçmiş çalışanlardan seçilmesine özen gösterilmelidir. Bu tanıkların ifadeleri ile çalışma olgusu hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenmelidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.9.1999 gün 1999/21-510-527, 30.6.1999 gün 1999/21-549-555- 3.11.2004 gün 2004/21- 480-579 sayılı kararları da bu doğrultudadır.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacının davalı işyerinde ve ihtilaflı dönemde sigortalı çalışmasının bulunmadığı, 2006/9-12. aylara ait dönem bordrolarının gönderildiği, davalı işyerinin 01.11.1987 tarihinden itibaren yasa kapsamında olduğu, davacı murisinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ankara Bölge Müdürlüğü' ne hitaben yazdığı 26.03.2007 tarihli dilekçesinde davalı işyerinde 08.01.2007- 24.03.2007 tarihleri arasında çalıştığından bahisle maaş alacağı ve ihbar tazminatının ödenmediğinden bahisle şikayetçi olduğu, yine 24.04.2007 tarihli dilekçesinde ise bütün alcaklarını aldığını ve işvren hakkında herhangi bir şikayeti kalmadığını belirttiği, davacı tanıklarının dinlenip davacı tanıklarının beyanlarına itibarla hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.

Somut olayda, davacı murisinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ankara Bölge Müdürlüğü'ne hitaben yazdığı 26.03.2007 tarihli dilekçesindeki davalı işyerinde işe başlama ve işten ayrılma tarihlerine ilişkin beyanı dikkate alınmaksızın, bordro tanığı dinlenmeksizin sadece davacı tanıklarının beyanlarına itibarla hüküm kurulması hatalıdır.

Yapılacak iş, davacı murisi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ankara Bölge Müdürlüğü'ne hitaben yazdığı 26.03.2007 tarihli dilekçesinde davalı işyerinde 08.01.2007- 24.03.2007 tarihleri arasında çalıştığını belirttiğinden 08.01.2007 tarihinden öncesine ilişkin talebin reddine karar verilmesi, 08.01.2007 tarihinden sonrası yönünden ise, bu dönemlere ait davalı işyerinin dönem bordrolarını getirtmek, tespiti istenen dönem içerisinde Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarınca yapılan bir denetim olup olmadığını sormak, öncelikle dava konusu dönemi kapsar biçimde bordro tanıklarını dinlemek, gerek görüldüğü takdirde Kurumdan sorulmak suretiyle veya zabıta araştırması ile tespit edilecek komşu işyerlerinin işverenleri veya bu işverenlerin resmi kayıtlarına geçmiş çalışanların beyanlarına başvurmak, davanın nitelikçe kamu düzenini ilgilendirdiği nazara alınıp araştırma genişletilerek tüm deliller birlikte değerlendirilip sonucuna göre karar vermekten ibarettir.

Davacının temyizin ise bozma nedenine göre incelenmesine yer olmadığına

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın eksik araştırma ve inceleme sonucunda yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

Bozma kararı sonrası dosyanın tevzi edildiği Ankara 25. İş Mahkemesinin 14.04.2016 tarihli ve 2016/945 E., 2016/191 K. sayılı kararı ile; bozma öncesi karara aynen yer verildikten ve Özel Daire bozma kararı içeriği özetlendikten sonra, 08.01.2007 tarihinden önceki dönem yönünden bozma kararına uyulduğu, 08.01.2007-24.03.2007 tarihleri arasındaki hizmet süresine yönelik bozma kararına direnildiği belirtilerek karar verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

Direnme kararı süresi içinde davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacılar murisinin 08.01.2007-24.03.2007 tarihleri arasında davalı işyerinde geçen ve Kuruma bildirilmeyen çalışmalarının tespiti bakımından mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, direnme kararının 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 141. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 297. maddeleri hükümleri karşısında gerekçe içerip içermediği ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

IV. GEREKÇE

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 141. maddesinin üçüncü fıkrasında, "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli yazılır" hükmü bulunmaktadır. Bu hüküm ile gerekçenin önemi Anayasa düzeyinde vurgulanmış olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

Öte yandan 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun/HMK) 297. maddesi bir mahkeme hükmünün neleri kapsamı gerektiğini açıklamıştır. Buna göre;

“(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:

a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,

b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,

c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,

ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,

d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,

e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,

(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir".

Bu düzenleme uyarınca bir mahkeme kararında tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekli olup, bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür.

Kararın açık ve gerekçeli olması hukuki dinlenilme hakkının sağlanması açısından önemlidir. Tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar ve bunların dayandıkları deliller, kararda tartışılıp gerekçeleri açıklandığı ölçüde karar, hukuki dinlenilme hakkına uygun bir karar olacaktır. İddia ve savunmaların kararda tartışılması, gösterilen delillerin incelenmesi, neden bir kısmının diğerine üstün tutulduğunun belirtilmesi ancak gerekçeyle mümkün olacaktır.

Gerekçe sayesinde kararların doğru olup olmadığı denetlenebilir. Gerekçesiz bir kararın üst mahkeme tarafından denetlenmesi de mümkün değildir. Gerekçe, doyurucu olmalı, kararın neden, nasıl, hangi hukuki gerekçeyle ve hangi deliller değerlendirilmek suretiyle verildiği hususlarını içermelidir. Bu hususları içermeyen kararların gerekçeli olduğundan bahsedilemez.

Ayrıca kararda maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiği, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığı ortaya konulmalı, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantı açıklanmalıdır. Tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı ya da haksız olduğunu anlayıp değerlendirilebilmeleri ve Yargıtay'ın hukuka uygunluk denetimi yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçenin bulunması, bu yasal ve Anayasal düzenleme karşısında zorunludur. Aksi hâlde, kararın gerekçeli olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Yeri gelmişken maddi olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı açıklamayan sadece yapılan yargılamayı özetleyen gerekçenin de yeterli olmadığı ve doktrinde "zahiri gerekçe (görünürde gerekçe)" olarak adlandırıldığı unutulmamalıdır.

Yukarıda da belirtildiği üzere hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru, B./ Arslan, R./ Yılmaz, E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2011, s. 472).

Nitekim Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 19.06.1991 tarihli ve 1991/2-323 E., 1991/391 K.; 10.09.1991 tarihli ve 1991/281 E.,1991/415 K.; 25.09.1991 tarihli ve 1991/355 E.,1991/ 440 K.; 19.04.2006 tarihli ve 2006/4-142 E., 2006/229 K.; 05.12.2007 tarihli ve 2007/3-981 E., 2007/936 K.; 23.01.2008 tarihli ve 2008/14-29 E., 2008/4 K.; 19.03.2008 tarihli ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 18.06.2008 tarihli ve 2008/3-462 E., 2008/432 K.; 21.10.2009 tarihli ve 2009/9-397 E., 2009/453 K.; 24.02.2010 tarihli ve 2010/1-86 E., 2010/108 K.; 28.04.2010 tarihli ve 2010/11-195 E., 2010/238 K.; 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 2011/436 K.; 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K.; 31.05.2017 tarihli ve 2015/22-1236 E., 2017/1044 K.; 06.11.2018 tarihli ve 2017/12-2826 E., 2018/1619 K.; 06.12.2018 tarihli ve 2017/11-101 E., 2018/1869 K ile 18.02.2020 tarihli ve 2016/22-2639 E, 2020/165 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Ayrıca 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.

Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.

Mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai), temyizi mümkün son kararlardan olup, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.

Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan mahkeme kararının bulunması zorunludur.

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile eklenen HMK'nın Geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun (HUMK) bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429. maddesinin ikinci fıkrasında, “…Mahkeme, temyiz edenden 434. madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” yönünde düzenleme bulunmaktadır.

Bu açık düzenleme karşısında, mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça bozma nedenlerine uyulması ya da eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır. Bunun yanında mahkeme, 1086 sayılı HUMK'un 429. maddesindeki yetkisini kullanırken, bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.

Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine mahkemelerce verilen direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti, uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararı ile sonuçta hüküm fıkrasını da içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın, ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.

Bu nedenle mahkemece kısa ve gerekçeli kararların Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının gösterecek, hüküm fıkrasındaki kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde ise bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.

Bu noktada belirtilmelidir ki; direnme kararları yapıları gereği yasanın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (HGK'nın 21.10.2009 tarihli ve 2009/9-397 E., 2009/453 K.; 19.03.2008 tarihli ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E.,2011/436 K. ile 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).

Anılan bu husus, kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki olan hâkimin, gerekse mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.

Diğer yandan Yargıtayca bozulan mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukuki geçerliliğini yitirir. Bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (HGK'nın 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).

Somut olayda; kararın Özel Dairece, 08.01.2007 tarihinden önceki döneme ilişkin hizmet tespit isteminin reddi gerektiği, 08.01.2007-24.03.2007 tarihleri arasındaki hizmetlerin tespitine ilişkin istem yönünden araştırmaya yönelik bozulduğu, mahkemece 08.01.2007 tarihinden önceki döneme ilişkin bozma kararına uyulmakla birlikte 08.01.2007-24.03.2007 tarihleri arasındaki hizmet tespiti yönünden önceki hükümde direnildiği, direnme kararında önceki kararın gerekçesi ile bozma kararına yer verildikten sonra, "...Mahkememizce davacının çalıştığı 08/01/2007 öncesi dönem için Yargıtay ilamına uyulmuştur. 08/01/2007-24/03/2007 tarihleri arasındaki hizmet süreleri yönünden direnilmesine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." yazılmak suretiyle direnildiği, bu hâli ile Anayasa'nın ve HMK'nın aradığı anlamda herhangi bir gerekçe oluşturulmadan sadece "direnildiği" belirtilerek verilen direnme kararının Özel Daire bozma kararının hangi neden ya da nedenlerle yerinde olmadığına ilişkin açıklama ve gerekçe içermediği görülmüştür.

Bu durumda mahkemece yapılacak iş, Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası ile ona koşut düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesindeki hükümler gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma nedenlerine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.

Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan Anayasal ve yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere karar usulden bozulmalıdır.

V. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre davalı ... vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,

Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 04.02.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.