Basın Hürriyeti - Özle Biçim Arasındaki Dengenin Bozulmaması
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi
Esas No : 2018/4040
Karar No : 2020/1249
Karar Tarihi : 2020-03-11





Davacı ... vekili Avukat ... tarafından, davalı ... ve diğerleri aleyhine 17/02/2014 gününde verilen dilekçe ile basın yolu ile kişilik haklarına saldırı nedeni ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 08/12/2015 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalılar vekili Avukat ... tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

1-Davalılardan ...’nün temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, müvekkilinin dava konusu haberin yayım tarihinde Adli Tıp Kurumunda daire başkan yardımcısı olarak çalıştığını, ... Gazetesinin 12/01/2014 tarihli nüshasının birinci ve gündem sayfasında “Islak İmzacılı Azil Tebliği” başlıklı bir haber yayınlandığını, haberin içeriğinde ...’e ait olduğu iddia edilen belgelerdeki imzaların sahte olmadığı yönünde görüş bildiren üyelerin pasifize edilerek başka kurumlarda görevlendirildiğinin söylendiğini ve müvekkilinin isminin de bu üyeler arasında sayıldığını, bu şekilde müvekkilinin 17 Aralık operasyonu olarak isimlendirilen olayla ilgili ve irtibatlı gibi gösterildiğini, dava konusu haberde geçen hususların gerçeği yansıtmadığını, müvekkilinin adının ve fotoğrafının paylaşıldığını, yayının davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu belirterek uğradığı manevi zararın tazminini istemiştir.

Davalılar, davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır.

Mahkemece, dava konusu haberin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

5187 sayılı Basın Kanunu’nun hukuki sorumluluğu düzenleyen 13. maddesinde, basılmış eserler yoluyla işlenen fiillerden doğan maddî ve manevî zararlardan dolayı süreli yayınlarda, eser sahibi ile yayın sahibi ve varsa temsilcisinin, süresiz yayınlarda ise eser sahibi ile yayımcının, yayımcının belli olmaması halinde ise basımcının müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu düzenlenmiştir.

Dava konusu haberin yayınlandığı, ... Gazetesinin künyesinden davalılardan ...’nün anılan gazetenin yazı işleri müdürü olduğu anlaşılmaktadır.

Şu durumda, davalılardan ...’nün, Basın Kanunu'nun 13. maddesi gereğince hukuki sorumluluğu bulunmadığından, anılan davalı yönünden davanın husumetten reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçeyle onun yönünden de davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş; kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

2- Diğer davalıların temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Basın özgürlüğü, Anayasa'nın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.

Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasa'nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu'nun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.

Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.

Tüm bu açıklamalar ışığında davaya konu haberde geçen söz ve ifadeler bütün halinde değerlendirildiğinde, dava konusu yayında kullanılan ifadelerin basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı, haberde yayın tarihi itibari ile kamu yararının ve toplumsal ilginin bulunduğu özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca davanın tümden reddi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya uygun düşmemiş bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ:

Temyiz edilen kararın yukarıda (1) ve (2) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 11.03.2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.